Powered By Blogger
karakter etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
karakter etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Ekim 2015 Çarşamba

ben salağı

hey, iki gün geçmedi ben yine yazıyorum. bu ne demek? fena sıkıldım demek. kendimden, etraftan, senden, ondan. hava almam lazım. beynimde saniye başına düşünce sayısı minimum üç, uyku dahil. uykudan kalkıyorum sanki gram uyumamışım. hayatta ''undo'' yok. ben bi' ölüp geleyim de diyemiyorsun. iki dinlensem? şu aralar olmaz. hangi ara olur? şu an değil. Beckett'ın dediği gibi; ''dünyadasın. bunun tedavisi yok.''

neyse sittir edin şimdi, bakın ne anlatacağım. ben, bazı konularda çok salak olurum. eskiden bu yaptıklarım belki salaklık olarak sayılmasa da, bu yaşlarda durumun adı, salaklık. temiz. küçükken, abim çok sinirli idi, beni kırdığı zaman çok olmuştu. gerçi en son bir kırdı, daha da yapışmadım ayrı. velhasıl noyan yapar yapar, sonra gönlümü almaya çalışırdı. ahah ben küs tabi. kararımı kesin. bu sefer artık tamam. hiç konuşmayacağım. cırt cırtlı cüzdanımda duran vesikalığını bile çekmeceye kaldırmıştım. sonra yanıma gelir, seriş bak gel. geel hadi. biliyorsun. gıdıklarım? (uzaktan bile gıdıklanabilirdim). bak üçe kadar sayıyoruum. eğer gelmezsen, bir daha beni göremezsin, giderim. ben salağı, hiç mi? hiç. bana ne. iyi peki sayıyorum baak. biirrrr, ikiiii, ikiiii buçuuukkkk, iki yetmiiiişşş beşşşş, üüüü... hahah yine ben salağı koşar boynuna atlardım. bizim küslüğümüz bu kadardı. bana miras bıraka bıraka bunları bırakmış işte. ailede, tek gidiş bileti o kullandığı için ben buralarda kalmak durumundayım. gider miydim? belli olmazdı.

yukarıda anlattığım gibiyim hala. herkesin karakteri farklı. çocukken karakterlerimizin temelleri atılıyor, bazen bu salaklıklar öyle baki kalıyor ki bir ömür boyu devam ediyor. bu sebepten benim küsmemden bi' sik olmaz. üçe kadar sayın, ben oralarda olurum. çünkü salağım ben. insanlar belki de ondan rahat. nasılsa bu daltarak kimseye küsemez deyip, her olayda (başkası yapsa sorun yoktur hee) bana resti çekerler. dünyanın en kolay rest çekilen adamıyım ben. memnun oldum. 

hee siz merak ettiniz tabi. ben mi neler yapardım? civicivlerine benden daha fazla ilgi gösterdi diye gece saat kurup, kalkar civcivleri dışarı bırakırdım. kedi çok severdi. benden fazla mı seviyor acaba deyip, kediyi kutuya koyup üstüne ansiklopedi koyardım. parkede ilerleyen tepesinde kitap olan bir kutu? hahah çok kızmıştı. neyse bunun gibi masum şeyler yapardım. 

hadi eyvallah.
Serhan. 

24 Ağustos 2012 Cuma

ben ve dayım

selam,

sevgili okuyucularım, aslında bu kadar zamandır yazmadım değil, yazdım ama yayınlamadım. yayın kutusu 'taslak' doldu. belki bir ara geri dönüp, onları revize eder de yayınlarım. dolayısıyla, yazmak yerine konuşmak fiilini koyarsak bir önceki cümlenin karşılığı; 'düşündüm ama söylemedim'e denk gelir. insanlara düşündüğünü söylemek iyi bir şey mi? bunun iyi bir şey olduğunu düşünüyorum ama bir yan etkisi var, yalnızlık. millet çok kızıyor, bilginize :-/

bilim, her ne kadar pozitifin, negatife baskın olduğunu ısrarla söylese de, insan psikolojisine etkisinin tersi olduğunu düşünenlerdenim. bir tanıdığınızın size söylediği iyi sözler, iltifatlar, poh pohlamalar artık ne derseniz deyin, bunları mı hemen hatırlarsınız yoksa sizi eleştirdiği, size göre hatalı davranışını mı hemen hatırlarsınız? çok başıma gelmiştir. çenem durmaz, konuşurum lakin belki doğrusu susmaktır. şimdi burada size desem ki, gerçekten karşı tarafın iyiliği için düşündüklerimi söyledim.. siz bile inanmazsınız ama öyle. hele ki gençler, geliştirin olum kendinizi. mal gelip, mal gitmeyin. insanlara koz vermeyin. biliyorum çünkü, yarın öbür gün insanlar arkanızdan, eksiklerinizi konuşucaktır.

bazı zamanlarda ise tamamen karşı tarafın yanlış anlaması sonucu, kendisinin de bu olayı/sözü içine atması ile yıllarca -bahsi kişiye kötü davranan kötü adam- olarak anılmışımdır. kimseyle, ona -bilerek kötü davranacak kadar- uzun arkadaşlık yapamam ki ben. bir halt yemişsem, vardır bir sebebi. topu karşı tarafa atmak en kolayıdır. sorun, konuşun, direkt ne düşünüyorsanız onu söyleyin. hem zamandan kazanırsınız hem de boşu boşuna arkadaş olabilecek birinden vazgeçmemiş olursunuz veya tersi, yol yakınken dönersiniz. kimse arkadaşlık yapmaktan hoşlanmadığı birileri ile münasebete girmek istemez. hele ki, benim hiç işim olmaz, sanki benim olur mu diyorsunuz? hatır, akraba, eskiden tanıyorum, ayıp olur gibi sebeplerden günde kaç kişiye tahammül ediyorsunuz? bazı kişiler ise hep iyiyi duymak ister. ben de maalesef hep iyiyi söyleyebilecek insan modeli değilim, böyle gelişmemişim. varsın yalnız kalayım, mühim değil. bu yüzden; yalnızken kendimi oyalayabilme yetim pek gelişmiştir. bir arkadaşım, sen ilerde ukalalık yapmak için kitap okuyorsun olum.. demişti. hahah çok sevmiştim bu söylemi, çünkü gerçekti. aslında okumak sonradan bir alışkanlık oldu. memnunum.

hayatım boyunca, akrabalarım ve arkadaşlarım tarafından eleştirildiğimden dolayı, hedef sözleri ve davranışları sizler kadar -görünürde- kafama takmam. benim tepkilerim genelde, uzun vadede birikmiş davranışlara, sözlere karşıdır. tepkilerim, icraat bazlı, zaman ayarlıdır. zamanı dolmuşsa, üzgünüm. mesela dayım ve benim ilişkim. dayımın bana iyiliği dokunmuş mudur? evet. eyvallah, muhteşem bir dayı değildir, e bu durumda ben de muhteşem bir yeğen değilimdir. bunları kabul ediyorum. ama şöyle de bir şey var, ben, kesinlikle ondan çok çok daha iyi bir dayı olabilirdim. o zaman, yeğenim de benden çok çok daha iyi olabilirdi. düz mantık. belki de ona bu yüzden içten içe kızgınım. ben doğmuşum, o otomatik olarak dayım olmuş, seçmemiş. ben ise konum itibari ile amca olabilecekken, abim artık hayatta olmadığından amca olamamışım. evet dayı, gördüğün gibi; kendini dayı/amca konumunda hayal edip de olamayanlar var. yeğenini maça götüren, ona araba kullanmayı öğreten, istediğinde arabasını veren belki de ilk aşk acısında onu içmeye götüren, yeğenini canından çok sevecek bir amca olurdum ben. abimin çocuğu be. pehh, düşünmesi bile beni gülümsetti. seninle kıyaslanmam bile komik olur. 

düşündüm de dayı; sana bu sıfat, hakikaten çok fazla. dayı anlamı, ben var olduğum sürece geçerli. ee yeğen yoksa, dayı da yok. bundan sonraki yaşamımda sana bir daha dayı demeyerek, seni -sana yük olan bu sıfattan- kurtarmaya karar verdim. mutluluğunu, nispeten genç dedem suratında görür gibi oldum. hayırlısı olsun, dayı.

adios,

serhan.

28 Mayıs 2012 Pazartesi

durup dururkenlerimiz

selam,

öncelikle bu bir yazı dizisi olacak. diğerlerinden farklı olsun diye böyle bi bok yemeğe karar verdim. geçen hafta benim için iyi bir hafta değildi. zaten geçen haftanın iyi bir hafta olmayacağının sinyalini bir önceki hafta vermişti. Letonya'da kaldığım zamanlar, kafayı bulup, kavga ettiğim geceler olurdu. baya olurdu hatta:) orada, buradaki gibi, silah-bıçak vb. gibi aksesuarlar pek kullanılmazdı. dövüşürdün işte, belki ağız burun dağılmış şekilde vodka içmeye durumuna bağlı olarak devam bile edebilirdin. ya sabah suu diye uyandıp, içtiğim suyun dudağımın bir kenarından aynen aktığını farkettiğimde, ulan serhan yine mi?! dediğim, sabahlar? dudak şiş, kalkarım ve aynaya bakarım. sol göz, biraz vücutta çizikler. o da ne? en sevdiğim tişörtüm, giyilmez durumda. eğer vaziyeti çok kötü değilse, spor için ayır onu. sporda eski şeyler giyerim ben. sonra duşa gir, kafanı şampuanlarken birkaç yerde acı. e buz koy. bir keresinde bir ay kadar doğru düzgün ağzımı açamamıştım, dışarıdan belli olmuyordu ama, yemek yerken, sorundu. çatlamıştı kafam.

bu yukarıda anlattıklarımın hepsi, fiziksel acılar, darbeler. bir çok kişi acıdan çekinir. acı yani bu, mazoşist olmadığın sürece durup dururken insanların oranı/buranı acıtmaları elbette ki hoş değil.  bu arada, senin -durup dururkenin- ile benimki bir olmayabilir. durup dururken aslında elastiktir. fazla çekiştirmeye gelmez, kopuverir. yalnız, bir kere koptu mu, kopmasına müsebbip eyvallahların hep karşına çıkar. derken bir bakmışsın, bu duruma alışmışsın. yastığa başını koyarken; aman hayatımda kız arkadaşım var, nişanlım var, annem var, babam var (ki liste uzar.) eyvallah demekle en iyi kararı verdim, diyerek uyumaya da alışırsın. peki ya karakterin?! kaç senelik karakterinin psikolojisi, bu yeni oluşuma ne der? ummadık bir anda; n'apıyorsun birader sen? diyebilir. gerçekten yeni oluşum, içine sinmediyse; cevap veremezsin, öyle kalırsın. psikoloji, adamla pis oynar. zorda kaldığında, zayıflıklarını hemen önüne koyar. herkesi kandırabilirsin ama, psikolojini (kendini) kandıramazsın. haa dediğim gibi, iyi günlerde ses etmez, o kadar.

ben, yastığa başımı anında koyup, uyuyamasam da; bunun sebebi miras kalan karakterime ihanet etmem değildir. pesimist bir adamımdır lakin, kendime bu konuda -ben bile-. bir şey diyemem. fiziksel bir acıyı, psikolojik olana ki buna suçluluk duygusu da denilebilir tercih ederim. acıyıp, geçmesi... sonra karşıma bööö diye... çıkmasından daha iyidir. bir sonraki yazı, kapanan kapılar..

devam edecek..

serhan.

15 Mart 2010 Pazartesi

kisilik

ben, hatalarimdan ders almayan, enteresan bir kisiligim. yillar onceki iliskimdeki yanlislari, simdiki iliskimde de tekrarliyorum. eskiden beri sorunum olan, parayi, eldekini tutamama aliskanligim devam ediyor. sonuclari yas itibari ile daha agir oluyor, dereyi gormeden, pacalari siyiriyorum. olmayan, henuz adi konmayan bir olayi, isi herkese anlatiyorum. olmayinca da icimden aslinda olmayacagini biliyordum da yine cenemi tutamadim diyorum. demin de dedigim gibi, materyalist bir insan olmadigim gibi oyle salak hamleler yapiyorum ki hayatta, materyalist insanlarin ocagina dusuyorum resmen. beklenen davranislari da bu vatandaslardan gorunce de sorguluyorum kendimi, kiziyorum kendime. halbuki basindan beri biliyorum, bu sekilde davranmaya devam edersem sonunun boyle olacagini. sorun da bu ya biliyorum, uygulamaya gecemiyorum. sorsam; cevap vermeyecegini biliyorum, bahane uyduracagini da biliyorum. kucuk kucuk hesaplar yapacagini da biliyorum. malesef ki yine soruyorum.

gecen iki seneyi saymazsak, otuziki senelik ahir omrumde aldigim kararlarin ya arkasinda durmadim veya kendi hatalarimin yarattigi ortam bu imkani bana tanimadi. su hayatta istedigim; kimseye muhtac olmamak, kimseden hayir beklemeden, kendimin ve sorumlu oldugum kisilerin yasamlarini ferah tutmaktir. istedigim yalnizca budur. cok buyuk basarilar, harika bir hayat, muthis bir ev vs. tipki diger hayellerim gibi yanlis kararlarima kurban gitmis veya gerceklesme olasilikliklari iyice zorlasmistir. oniki senelik panik atak maceralarim bile aynidir. eger cok icersem, ertesi gun panik atak olmam nerdeyse kacinilmazdir, izdirabin tarifi bilmeyenler icin cok zordur, lakin ben yine de cok icerim. bir ay cok icmem ya da hic icmem ama sonunda illaki dozunu kaciririm. amaan, ayda bir ne olacak derim? fakat, cogu olagan sey gibi, bu olagan hareketin karsiligi bende olagan olmaz. digerleri ertesi gun sadece bas agrisi ile kalkarken, ben ise bas agrisinin yaninda kendimle psikolojik savas veririm. su ana kadar basarili olarak surdurdugum tek aktivite, spor yapmaktir. haftada 2-3 kez spor salonunu ziyaret ederim, bu aliskanlik yaklasik on yil kadar devam etmektedir. bu gecelik bu kadar. son cumlemde itiraf ediyorum ki; ben, sanirim cogu kimseyi eskisi kadar sevmiyorum ya da sevemiyorum.

02.03.10

serhan.