Powered By Blogger

24 Temmuz 2012 Salı

vazife

selam,

''vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkan ve şeraitini düşünmeyeceksin..'' evet, ben Ata'mın bu cümlesini sanırım çok içten algılamışım, her vazifeye atılıyorum. üzerime vazife olmayanlara da atılıyorum. nasıl oluyorsa, bir şekilde kendimi vazifeli buluyorum. sakin olmalıyım. sonra üzerime vazife olmadığı hissettirildiğinde veya öyle hissettiğimde; bu sefer kızıyorum. manyak mıyım ben? aslında değilmişim. ben bile kendimden bu denli az manyak bir performans beklemiyordum. belki de size, ''benim derdim aşar beni, sen bana kendini anlat..'' demek istiyorumdur. ama burası, demek istediğim türkiye bu işin yeri değil. riga'dayken tek başıma sokağa çıkmayı çok severdim, turistlerin gittiği mekanlara değil, lokal insanların gittiği yerlere giderdim. sarhoş eve döner, öylece sızardım. uyandığımda, vodkadan dolayı baş ağrısı, aklımda hiç tanımadığım insanların bölüm bölüm hikayeleri yer alırdı. bir şey daha var, kolum ağrıyorsa bu; geceleyin kabata denen bara uğramış, içkisine bilek güreşi yapmış olduğumun işaretiydi. ilk zamanlar kavga ettiğim çok olurdu. ben yüz metreden turisttim, turistlere ait olan yerlerde olmam gerekiyordu. zamanla birbirimizi tanıdık. ee tabii hasar aldım mı? aldım. ama çok da verdim. şiddet yerinde kullanıldığında, yakanızı sıyırmaya yarar.

her ne haltsa, türkiye'de ise herkesin problemi kendisine ait. sanırım insanlar onun problemi, ya benim de aklıma takılır? ya bir şekilde benim de problemim haline gelir diye korkuyor. aslında haklılar bir bakıma. insanlar orada egoistti, bilirdim. burada ise insanlar gizli egoist. devamlı herkes herkesle bir kıyas, yarış içinde. twitter'da bile adam RT edeceği tweeti ayan beyan çalıyor. kendi yaptıklarına aldırmadan, seni eleştirebiliyor. hani derler ya türk insanının yakınlığı falan, bi' geçiniz bu işleri. hangisi doğru? yaşam kurallarına göre; bizim insanların yaptığı doğru. çünkü bu coğrafyada nasıl hayatta kalınması gerektiğini onlar biliyor. burası, bana tam bir deplasman be olum. aksi gibi; top, kaleyi sevmedi mi hayatta da içeri girmez. hadi hep beraber doğruluk mu, cesaret mi? oynayalım. soracağımız soruları, vereceğimiz cevapları düşünelim. oynayalım mı? 

işaret parmağınızı, baş parmağınıza yaklaştırın, milimetre kala durun. içimdekilerin sadece bu kadarını yazabildim.

eyvallah.

Serhan.

17 Temmuz 2012 Salı

all out attack to panic attack

hello,

bu konu hakkında artık yazmak istemesem de, yazmam gerekiyor. göründüğüm gibi ukala biri değilimdir. yalnızca muhtemelen sizden daha meraklıyımdır, bu yüzden de sizden daha fazla gereksiz, bazen de gerekli şeyler okumuş/öğrenmiş olabilirim. pek çok konuda fikir sahibiyimdir. aslında bunun nedenlerinden biri; post travmatik disorder ve üstüne agorafobili panik ataklar yaşadığımdan maalesef hayatımın belirli dönemlerinde dışarıya pek çıkamayaşımdır. (sonra elden geldikçe bu durumu telafi etmeye çalıştım. mesela avrupa'nın garip yerlerini kamp yaparak, arabayla birkaç kez dolaştım.) dört duvar hapsi zamanlarımda ana britannica'nın hatırı sayılır bir kısmını okudum. normal hareketler değildi tabi bunlar. çoğunu unutsam da o kadar saçma sapan şeyler beynimde yer etmiş ki pehh. bu arada kirpi süper yüzer, zürafa yüzemez. van gogh o kadar çok absinthe içmiştir ki; gözleri sadece sarıyı görür olmuştur. bu yüzden de son dönem tabloları hep sarı tonlardadır. olacak o kadar pek çok açıdan burlesk örneği sayılabilir.

konuya geldim. bir arkadaşıma panik atak ve pa bozukluğu teşhisi konmuş, üzüldüm. izin verirse ona yardım ederim, daha yolun çok başında ki bozukluk demek için bile çok erken, henüz -kobay- olmamış. prozac'la başlamışlar ki tercih doğru. bu konuda maalesef benim diyen psikiyatrisi ve/veya psikoloğu garantili donumda sallarım. her halde okumadığım makale, kitap.. kullanmadığım ilaç.. yaşamadığım ilaç yan etkileri (prospektüsleri okuyun ama çok da dikkate almayın zira bu semptomların çoğu psikolojik olarak deneklerde görülmüştür.), biyolojik, fiziksel semptomlar.. panik esnasında yapılacaklar, sakinleşme egzersizleri, ıvır zıvır pek az kalmıştır. bu duruma, doktor ve kılıklıları hemen itiraz eder, e bu kadar okuduk derler. diyelim ki, on sene okudunuz. ben, bu mereti tam 1998 senesinden beri çekiyorum. panik atağı; dünyanın öbür ucundaki hostel odasında, tek başıma yaşadım. ayağımda yastık varmış hissi ile tekne güvertesinde kendime yabancılaşarak da yaşadım. hatta hiç tanımadığım bir ülkenin, hiç bilmediğim şehrindeki lokal barın tuvaletinde ''olum burada kalp krizinden ölürsem, insanlara bayağı bir külfet olur..'' deyip,175 nabızla tabiri caiz ise dehşete de kapıldım, çok korktum. yetmedi mi? 24/15 tansiyon ile acile gidip, doktor odasının kapısını da kırdım. hiperventilasyonu riga'da bir kavga sonucu düştüğüm hücrede de yaşadım..  ve son bir şey, aha sizlere bu satırları şu anda yazan da benim! bana bir halt olmadıysa, emin olun size de bir şey olmayacaktır. bunu aklınızdan çıkarmayın e mi?!

bu illette birinci kural, panik atak olmaktan korkmamaktır. önceleri zor gelse de, alışırsınız. atla deve değil. doktorlara saydırdım ama gerçekten sizi dinleyen bir doktorunuz olsun, ona geçen seanslarla ilgili arada soru sorun. böylece, sizinle ne kadar ilgili olduğunu anlarsınız. iş ticarete dökülmüşse, bir yerden mutlaka falso verir. hemen yüzüne söyleyin, kendisine çeki düzen verir. o size sen şöylesin/böylesin derken üste para bile alıyor. rahat olun. bu sizin hayatınız, hayatınızın bir bükülme oranı var. birkaç bükülmeden bir şey olmaz, daha yolun başında iseniz eski halinize geri dönersiniz. benim gibi geç kaldıysanız bir daha eski halinize dönmeniz biraz zordur. benim gibi geç kalmak derken; iki sene civarıdır. iki seneniz ağır bir şekilde bu illetle beraber geçtiyse, ve bu durum başınızdan geçmiş travmatik bir olaydan sonra ortaya çıkmış ise siz de eskisi gibi olamazsınız. zaten bir süre sonra; ''eski ben nasıldı ki?'' diye kendinize sorarsınız. mühendisçe; bir cetvel kırılmadan bükülür, sonra yine aynı yere gelir. ama cetveli hep bükmeye başlarsanız bazı bağlar kopar. bırakınca; azıcık itekleme ile cetvel eski yerine gelse de biraz garip olur. örneğin; düz çizgi çekerken bombe yapar. aynen bu hesap. tabi asıl sorun cetveli bu denli büken nedeni bulmaktır ki, nedenini bilirseniz; önlemini de alırsınız.

1998-2012 arasında çok pa yaşadım size bir ara top ten yapayım.. teslim olmayın, ona istediğini vermeyin, çemberi daraltmayın.. ve en önemlisi kaçınma davranışlarını kendinize kalkan olarak belirlemeyin. en iyi savunma hücumdur, bunun için iyi hücumcularınız olmalı.. her şeyin zamanı var. zamanı geldiğinde; all out attack :))

sakın haa.. benim gibi olmayın..
dileyin, inanın yardım ederim; hem de bez maksas (letonca bedava, demek;))

eyvallah.
Serhan.

15 Temmuz 2012 Pazar

yarısına gelmişim

selam blog, sana da üvey evlat muamelesi yapıyorum, kusura bakma. biliyor musun bazen tek bir cümle, insanı yazmaktan alıkoyuyor. söyleyenin çok da fazla umursamadığı bu cümle, kendine ''acaba ben kötü mü yazıyorum?'' sorusunu defalarca sormaya yetiyor. ben aslında biraz da bu sebepten dolayı yazmıyordum, biraz da üşengeçlikten belki. yazacak çok konu vardı, birikti. daha doğrusu birikmişti. yazıların, en azından benimkilerin bir ''son yazılım tarihi'' var. bu tarihe kadar yazmadıysam, yazının büyüsü kalmıyor, özelliğini yitirmiş gibi hissediyorum. çok kurcalanmış hikayeleri sevmiyorum, devrik cümlelerimin çokluğunun sebebi bu olabilir. 


telefonum çalmıyor. telefonumun çalmama sebebi, (artık) çok da aranılacak bir kişi olmadığımdan olsa gerek. bunun ''ne kötü! kimse beni istemiyor..'' şeklinde bir serzeniş olarak algılanmasını istemem. ben genelde, böyle konularda empati yaparım. ben olsam şöyle yapardım, böyle yapardım falan derim. gereksiz işler. bunu yapmamalıyım, hadi yaptım diyelim, asla dile getirmemeliyim. dün annem geldi. o yaşlandı, çok güçsüz, zayıf. geldiğinden beri yataktan çıkmadı diyebilirim. onun için endişeleniyorum, elimden de şu an bir şey gelmiyor. ailenin lanet erkekleri olarak onu bu hale biz soktuk. birbirinden aptal iki oğlu, iki tane bencil erkek kardeşi, bir tane ekstra large kocası, kendini peygamber sanan bir babası vesaire vesaire.. çok mutlu olmayı hak eden birini, özellikle de kadını mutlu edememek insana çok dokunuyor. hele o kişi annen ise. ve son umudu da bensem..


benden 15.07.12 tarihi itibari ile bir bok olmadı. kapıları zorlasam da, bazıları hiç açılmadı, bazıları ise hemen kapandı. çocukluğumda yaşadıklarımın beni bu yaşıma kadar zorlayacağını bilseydim, -ne yapıp eder- ölüm acısını bu denli içime kazımazdım. her gün, her saat, her dakika derken bir bakmışsınız ömrünüzün sonuna kadar anılarla yaşamışsınız. ben yarısına gelmişim bile..


eyvallah.
Serhan.