Powered By Blogger

30 Temmuz 2011 Cumartesi

satılık gece

naber blog,


heveslenme yine gayet iç karartıcı bir yazı yazacağım. sonra ne kadar pesimistsin? yok şöyleydi, yok böyleydi anlamam. başlıyorum; bir adet cevapsız çağrıya ve bir adet yanıtlanmamış mesaja, gecemi sattım. zaten Fenerbahçe'nin ve ülkenin durumuna fevkalede üzgündüm. anladığınız üzere benim gecem, pek satılıkmış da; ben bilmiyormuşum. e haliyle müşterisi (mesaj ve çağrı) çıkınca, geceyi sattım gitti. şimdi alt tarafı bir tane cevapsız çağrı ve mesaja mı taktın? siktir et oğlum diyebilirsiniz de işte, bazen öyle ol(a)madığı oluyor. olayı size aks ettirmek isterim. canım yazı yazmak istiyor da ondan. hayır, bu saatte yazmaya üşenmiyorum. sorularınızı da yanıtladığıma göre, artık yazıma devam edebilir miyim? akşam aradım, çaldı çaldı.. cevap yok. beyinde, niye cevap yok ki? vesaire tarzı klasik düşünceler. sonra ehhm, çok sonra ise bir adet mesaj yolladım. fakat bu mesaj gönderildiği saatten, saatler önce kafada yazılmıştı. bu esnada halamlarda, teknede yemekteyim. tekne severim, mutlu olmam lazım, lakin benim surat beş karış.


hayır, mutlu değildim. ayrıca teknede halamın her sene türeyen garip arkadaşlarından da vardı. ukraynalı bir kadın ve kocası. kadın, nasıl aç gözlü allah'ım? bana, sittin senedir bu modellerden gına gelmiş, satılmış gecemin üstüne, inanın hiç çekilmedi. kadın, antipatik ayrıca güzel filan değil. hani bak gözün açılsın olayı da yok. tıkanık safra, bok boğaz, dünyayı yedi pis. neyse benim aklım zaten, cevapsız aramada kalmış. lan belki görmemiştir, eli kulağında şimdi arar  derken; benim sol kulağa bir soru,


-abi yeşil efe'ydi değil mi?
-evet dedim gülerek, dükkanın anahtarı o. getir bakalım.


yeşil efe, ince kadeh, bol buz ve soğuk su. rakı içimi için her şey uygun. bu arada o salak ukraynalı kadının, ayağıyla salladığı, gözümün takıldığı terliği alıp, ağzına sokasım gelmedi değil. geldi, tam o esnada bir gürültü, bir ses kümesi; true blue adlı mekanda konser başladı, antin kuntin şarkılar çalıyor, marinadan rahatlıkla duyuluyor. bu hatun siktirdi gitti de, ön tarafta konseri dinledi. bunlar beleşe bayılırlar. miller da elinde, bakmadım ama muhtemelen teknenin önünde dans filan da etmiştir. hatta kesin etmiştir. hala be, nereden bulursun bunları bilmem ki? o kadar dolmuşum ki konudan uzaklaştım resmen. heh, ben bu rakıyı boğarım, dedim. başka içen de yok. yekten attım birinci kadehi, derken ikinci zorla. gitmiyor, oğlum resmen. hemen aklımdaki mesajı attım. biraz daha bekledim. biliyorsunuz işte söyletmeyin; cevap gelmedi. saat kaç olmuş bu soktuğumun mesajına cevap hala gelmedi bu arada. 


müsaade istedim, yavaş yavaş kalktım. yeşil efe ''güya'' dükkanın anahtarıydı ama ben kepenkleri indirmeye karar verdim. kapattım kepenkleri, dışarısı mı, ev mi? derken, eve gitmeye karar  verdim. gece artık benim değildi ki, satmıştım. boş boş dolaşmak gereksizdi diye düşündüm. konser çıkışına denk geldiğim için taksi bulamadım. Fenerbahçe'den eve yürüdüm. nem, sıcak, sırılsıklam oldum. kısacası; gelmeyen mesaja ve çalmayan telefona cuma gecemi sattım gitti işte. aksi gibi de; geceler sayılı ama kaça kadar sayılı, onu bilemiyoruz :/ oldu mu şimdi böyle? 


al atını, sikeyim tımarını.. 


eyvallah.
serhan





25 Temmuz 2011 Pazartesi

I am gone..

''sen, beni her konuda mutsuz ediyorsun.. I am done, ok!'' sözlerini ölene kadar unutmayacak, maalesef. bunu nasıl başarmış acaba? diye düşünmüyor olmalı, olmuş artık. derken ilk yardımı yapan doktor şöyle der;


-he is not coming back, sorry; he is gone.
-geri gelmiyor, üzgünüm; o gitti.


o kadar çok sorun var ki, nereden başlayacağımı bilemiyorum bilog. buraya gelirken ki burası TR; kafamda onlarca soru işareti vardı. hani ne bok yemeğe geldin olm buralara deseler? sorularıma cevaplar aramaya geldim, abi.. derdim, gür ve kendimden emin olmaya çalışan sesimle. burnum kırık olduğundan ve gerekli oksijeni alamadığımdan, pek de matah bir ses tonuna sahip değilim, malumunuz. eyvallah, ses tonum normalde de muhteşem değildir ama şimdikinden iyidir. neyse koy götüne. ne bok yemeğe geldin sorusuna; gözlerim ne tepki verirdi? gözler tül perdedir, arkası görünür. bence yalan makinesini icat eden vatandaş; (hiç şimdi, adını google yapamayacağım.) bu işe, gözlerden başlamıştır da o zamanki teknoloji vesaire izin vermemiştir. elaman da olayı klasik nabız, tansiyon vb. gibi analog işlere bağlamıştır. her ne haltsa, şunu derim ben, sesinizle insanları kandırabilirsiniz amma velakin; hadi bilimi geçtik, şarkılara da konu olduğu gibi ''gözler, kalbin aynasıdır..'' be dostlar. çaktırmadan bir - iki milim oynar onlar, sağa sola belli olur, ufacık bir yalan bulutundan geçtiğiniz. bu arada; tek gözüm kırmızıydı geçti. yumruk yemiştim evet. nerede bela, orada ben.


istanbul'a geldiğimi pek az kişiye söyledim. neden mi? iplmeyeceklerinden korktum. gayet net, budur cevap. fiziki olaylar beni yorsa da pek etkilenmez, fekat psikolojim zamanında sağlam dağıldığından, derme-çatma bu kadar toparlanmıştır. buyum ben, bu kadar. dengesiz değilimdir bak. tam tersi, dengeli olmaya çalışırım, böyle öğrettiler, gizlemek için psikolojik defolu olduğumu. ben, dengeli davrandıkça, insanlar beni sınama yarışına girerler, adım çıkmıştır. bakalım ne zaman delirecek? diye beklerler. anlarım bunu. anladığım için de kuvvetle muhtemel pek çok olayı göğsümde yumuşatırım. bu sefer de; normalde başkalarının söylemeye bile cesaret edemeyeceği aptal-saptal laflar duyar olurum (açık sözlüyüm ben edası ile ukalaca..). bu kozu onlara, tabii ki ben verdim. insanlar; verirseniz, alırlar. dikkat edin. vermek-almak derken konuyu başka tarafa çekmeyeceğinizi düşünüyorum, sevgili okurlar. ciddi olunuz. 


yalnız işin bok tarafı, bu söylenenleri, yapılanları sonrasında tek-tek düşünüp; karar veririm. ha kiminin umurunda olur, kiminin olmaz? kararım ne olursa olsun; o kararımdan dönme ihtimalim, sadece karşıdakinin tepkisine kalmıştır. karşıdaki de memnunsa, yapacak bir şey kalmaz. dediğim gibi benimle, herkesin konuşamayacağı şekilde konuşma ve bana herkesin davranamayacağı şekilde davranma haklarını, o kişilere ben verdim. bunu; iyiye, kötüye kullanma hakları onlarındır. empati yapabilirim, çok fazla psikiyatrist, makul sayıda psikoterapi gördüm. bu gibi garip durumlarda;  hani pek hoşlanmasam da ilk aklıma gelen 'calm down' olayı; empati oluyor. her empatide aynı sonuç çıkıyorsa; geriye şıkları seçmek kalıyor. 


kimseyi görmek istemediğim zamanlar oldu. belki bir çoğunuzdan fazla. bunu hep kibarca dile getirmeye çalıştım karşımdakine. müsait değilim, olm biliyorsun beni; arızalıyım işte, tuttu yine.. yalnız kalmalıyım vesaire.. şeklinde. ve yine empati; muhtemelen sen, benden daha iyi durumdasın. hadi daha kötü ol! ama bence, ben; senin bu durumundan belki şimdi değil ama daha önce, daha kötü durumda oldum.. biliyorum hatta eminim. o zaman bile, sizin yaptığınız gibi davranmadım.. 


derken önümde beliren tanıdık şıklar;


ya seç, ya ertele..
ya kahve.. ya hiç.. (bu da ayrı bir teranedir.)


iyi sabahlar.


serhan.

15 Temmuz 2011 Cuma

BAL

selam,


koltuk var tam karşımda. ben o koltuğa bakınca üzülüyorum. çünkü koltuk yırtık pırtık. ahh zavallı koltuk diye üzülmüyorum tabi, o kadar tozutmadım henüz. benim psikopat kedi, onu bu hale getirmişti. bildiğiniz tırnak bileme işlemi sayesinde işte. koltuk, işlevinin dışında başka bir işe daha yarıyordu, işlevsel koltuk. açıkcası; biz de diğer eşyaları korumak amacıyla, kendisinin koltuk olmasının dışında, bal'ın tırnaklarını bileme aparatı olmasına, 'eyvallah' dedik. evet, kedimin adı bal, daha doğrusu baldı. di'li geçmiş zamandan da anlaşılacağı gibi, o öldü. 


babam, 70 yaşından sonra astım olunca, ben de TR'de yaşamadığımdan dolayı geçici olarak, bal'ı babamın parktan arkadaşı olan albay adama verdik, verdiler. denilene göre; adamın bir sürü kedisi varmış. bal, ben gelene kadar orada kalacaktı. plan buydu, hesapta. evet o bir kedi, bütün yaygarayı bir kedi için koparıyorum. belki misafir sevmeyen, agresif bir kediydi ama, benim kedimdi. bu özellikleri ona geçici yuva bulmak için sorun oldu. kimse istemedi lan bal'ı. 


evet, albayın bir tek oğlu varmış bu hayatta, yakinen. maalesef bu sefer de miş'li geçmiş zaman. oğul, bakkala diye evden çıkmış ve bir daha geri dönmemiş. adamın oğlu, resmen yok olmuş. düşünsenize? oğlunuz yok oluyor, ölüyor belki de ölmüyor, akıbeti belli değil, kayboluyor be. bu ikilem adamı delirtir ki zaten ileride albay da delirmiş. albay, oğlunu bulmak amacı ile yollara koyulmuş, her yerden yardım talep etmiş. bir türlü bulunamamış oğlu. daha sonra, belki o ara kedilerin bir kısmı, bal da dahil zehirlenmiş. tam nasıl olduğunu bilmiyorum. ben TR'de değildim, geldiğimde söylediler. ben ne yapsaydım? bal'ı sen mi zehirledin, neden kedime bakamadın diye adamın ümüğünü mü sıksaydım? pederin dediğine göre; albay, oğlunun kaybolmasının ardından, psikolojik olarak dengesini yitirmeye başlamış. üzüntü ve bu oğlan gelir-gelmez ikilemi; insanı anıları ile, geçmişiyle yaşamaya iter keza öyle de olmuş, adam sonunda delirmiş. albay artık parka da gelmez olmuş. babam ve emekli tayfası, evine gitmişler ve onlar için bırakılmış mektuplarla karşılaşmışlar. hepsine teker teker, hakkınızı helal edin demiş. Tunç, oğluna söyle beni affetsin diye de not düşmüş.


bal; çok iyi bir kediydi. sahilde dolaşırdık onunla, köpek gibi yanımda yürürdü. adını iyi bilirdi. gözlerimiz aşağı yukarı aynı renkti. bal rengi. adını koyarken; tahmin edeceğiniz gibi gözlerinden esinlenmiştim. blog, sana yalan söyleyecek değilim ben albayı hiç affetmedim. bal, belki bir kediydi ama o da benim oğlumdu. hem ben, kimi zaman hayvanları, insanlardan daha çok severim. albayı da anlıyorum, hem de iyi. çok cenaze gördüm, ama albay oğlunun öldüğünden emin bile değil ki; oğlu kayıp! demek ki neymiş? albayı çok iyi anlamıyormuşum :/ belki de oğlu, babasından kaçtı haa? bilemiyorum blog, istanbul'daki ikinci gecemde canım, BAL'ı yazmak istedi.


blog doğruyu söyle;


ben zalim miyim şimdi? ya da bencil miyim?


iyi geceler.


serhan.


not: aslında bugün şehitleri yazacaktım, sonra yazmaya karar verdim. allah gani gani rahmet eylesin hepsine, çok üzüldük.

10 Temmuz 2011 Pazar

daha yeni başlıyor

naber blog?


beni sorarsan sana cevabım; bok. evet bok üstün bok hem de. malum konu, Fenerbahçe. şike yapmışız öyle dedi, polis devleti. Emenike paraları saymış, Mehmet Yıldız gol atmamış işte. hani ben, Fener ecel terleri dökerken, lan gitti şampiyonluk derken.. aslında; polis devleti skorları biliyormuş. boşuna kırıyormuşum alçıpanları, bardakları vs. hatta polis bey'in çocuğu da sevinmiş, bizim Fener şampiyon oldu diye ama polis bey konuyu bildiğinden, zaten skoru da biliyormuş ya, sevinmemiş. bir dram, ne enteresan bir durum? şimdi Korcan'a para vermişiz, bizim başkan çete lideri imiş. klasik Ali Şen beyefendi, bodrum'dan açıklamada bulunmuş, ''çaresiziz'' diye buyurmuş. senin çareni de gördük; kaybedeceğimizin belli olduğu TS ile oynanan Türkiye Kupası maçında, Bariç sahtekarı ile bir olup, koskoca Fenerbahçe'yi sahadan çekmek idi çaren. acaba yerler mi? diyerek. senin çaren, seninle beraber bodrum'da kalsın. çünkü; biz çaresiz değiliz ve DAHA YENi BAŞLIYORuz. içimizdeki bu sevdayı hiçbir güç söndüremez. söndürmek isteyen; sadece düşman kazanır ki; son haftada çok fazla kazandınız. hayırlara vesile olur inşallah, amin.


evet blog, RTE, bir de Alex'i telefonla arayıp şampiyonluğumuzu kutlamıştı. evet tabi ki de seçim öncesi idi. bilmiyordu belki de? evet, çok polis devleti olduk biz. cumhuriyet mi? İran da bir cumhuriyet!? İslam cumhuriyeti. bizde henüz resmi olarak İslam cumhuriyeti yazmıyor. ama ya gayrı-resmi? neyse, siyaseti bırakalım demek istiyorum ama konu aslen siyasi. 8 ay önce başlanmış delillerin toplanması, dinlemeler. tam 19 maçta şike yapılmış. ne hikmetse bir tek Fener şike olayında muhatap alınmış. Giresunspor da var. futbolcu, teknik direktör de yok bu 19 maç kendi kendine oynanmış herhalde. bu arada ''caizdir'' raporlu İbrahim Akın bile tutuklu değil. hani rüşvet vermişiz ona da. işin garip tarafı; diğer takım taraftarlarının hatta taraftar olmayanların bile; sadece Fenerbahçe suçlu olsun diye bu sisteme, yargıya, polise, yandaş medyaya büyük bir sevgi besler olması. bıraksanız Aziz Yıldırım'ı arkadan itekleyen polisi omuzunda taşıyacaklar. kahramanları ise; Aziz Yıldırım'ın eşkal fotoğrafını basına sızdıran zat. davada gizlilik varmış. hassiktirin lan oradan!! KanalTürk ve HT'e yok herhalde. ben, bu adalete güvenmiyorum, delillerin yıllardır toplanamadığı, gazetecilerin hiç yere içeride yattığı adalete güvenmiyorum. ama söz konusu Fenerbahçe olunca siz körü körüne güvenin.


Trabzonspor'un maçlarına göz ucuyla bakmak yeter. neydi o hatır şikesi mi? Karabük kalecisi gol atacaktı lan bizim maçta, kıçımızdan soluduk resmen. iki takıma karşı aynı dirençte oynayan kaç takım var? merak ediyorum gerçekten. Fenerbahçe, benim için bir sevda hiç bitmeyecek bir aşk. bunu herkesin anlaması mümkün değil sadece bu aşkı yaşayanlar anlayabilir. Fenerbahçe'nin yenildiği bir gün, mağlubiyet dışında her şey mükemmel olsa bile; günün nasıl geçti? sorusuna vereceğim cevap, 'bok gibi.. Fener yenildi anasını satayım'dır. buradan yola çıkarsak; evet, gayet kötüyüm. kalbim ağzımda atıyor, kelimeler kifayetsiz. ölü evinde gibiyim. ama çaresiz değilim. DAHA YENi BAŞLIYORuz.


ağabeyim öldüğünde; annem uzunca yıllar ağladı, ben de tabi. Fenerbahçe; benim mutluluğum oldu. bir bilet, bir maç; kimi zaman annemin odasından gelen ağlama sesine baskın çıktı. 90 - 00 seneleri arasında, sanki Fener de ağabeyimin arkasından yas tuttu. pek oynamadık, köhne stat ve 1500 biletli seyirci ne 'güz'lerdi? Aziz Başkan belki de erimekte olan bu kulübü aldı, hayal edemeyeceğimiz yerlere getirdi. buna bir itirazınız olmaz herhalde? zaman başkana ve Fenerbahçe'ye destek olma zamanıdır. DAHA YENİ BAŞLIYOR; bundan sonra FB düşmanlarını hayatımızdan çıkarma zamanıdır. Fenerbahçe olmazsa hiçbir şey olmaz. bunu zaman ilerledikçe göreceksiniz. hedefteki biziz, Fenerbahçe. 25 milyonuz ama aslında bir kişiyiz. 25 milyon gücünde bir kişiyiz biz. Fenerbahçe taraftarı salak değildir, aptal da değildir. bu günler unutulmayacak, bize çektirdiğiniz acıların intikamını er ya da geç alacağız.


biz şike yaptık diyelim. açıklayın, deliller şu deyin. bu şikeyi yapan, bu da parayı alan deyin. oldu bitti ile 5 günde, duyumlarla Fener düşmez. biz de bilelim, ona göre yolumuz çizelim. yasa çıktı, önceki senelerde ispatlanmış onlarca olaya ne oldu? zaman aşımı mı? zaman sadece Fener'e mi? Aziz Başkan'a mı işliyor? sorularımız çok, cevaplarınız net olsun. madem şike yaptık niye ligi tescil ediyorsunuz? oyunlarınızdan bıktık, senaryolarınızdan da. şunu iyice kafanıza sokun, adamın altından koltuğunu alırız;


FENERBAHÇE İLE ŞAKA OLMAZ! 


sevgiler.


serhan.