Powered By Blogger

31 Ocak 2011 Pazartesi

sırra kadem

selam,

yazdığım yazıları kendi facebook sayfamda dahi paylaşmıyorum. bunun sebebi, facebook'umda bulunan altıyüze yakın kişinin bir çoğunun aslında; 'arkadaşım' değil sadece 'tanıdığım' olmasıdır. zaten insanın normal hayatta gerçekten altıyüz tane arkadaşı olması, bana ihtimal dahilinde gelmiyor. neyse, tanıdıklarım önceleri blog yazdığımı bilirdi, yazdıklarımı yayınlardım. okuyanlar da olurdu. sonra bazı olaylar cereyan etti, ben sustum ve blogumun ismini iki kere değiştirip, güya ''sırra kadem'' bastım. tabi bu davranışı kaç kişi fark etti de; yazıların nerede sero.. diye sordu? evet, bu can alıcı sorunun cevabı şu; düşündüm, bu veya buna benzer bir cümleyi kimseden işitmediğime kanaat getirdim. anladım ki; sırra kadem de basamamıştım, aslında basmıştım da sırra kademim beklediğim ilgiyi görmemişti. yazılarım, blogumun isminden de anlaşılacağı gibi; genelde pek iç açıcı değil. belki içinde bulunduğum dönem, eğlenceli yazılar yazmama engel oluyor.. da diyebilir, topu içinde bulunduğum duruma atabilirim. evet, bunu yapabilirim. eyvallah, araya esprili cümleler de sıkıştırıyorum ama bu eylemi, bütünüyle komik bir yazıya çeviremiyorum. maalesef içimdeki, mizahı yazı yazma isteği de gün geçtikçe azalmakta. umarım esprili yazılarımı tekrar yazmaya başlarım. belki de, bu yeteneğimi kaybettim. belki de, böyle bir yeteneğim hiç olmadı, kendimi uyutuyorum.. pesimistliğin de boyutları vardır :/

bu aralar genelde blogumu, şikayet kutum olarak kullanıyorum. canımın sıkkın olduğu bazı zamanlarda ise iki-üç arkadaşımla dertleşiyorum. sonuçta hem uzaktayım, hem de psikolojik olarak süper dengeli değilim.bu tarz, dertleşme bağımındaki konuşmalara ihtiyaç duyuyorum. sonuçta; burada kime, ne anlatabilirim ki? anlattıklarıma, ne kadar içten cevap verebilirler ki? fekat, üzülerek de olsa, bu dertleşme seanslarını sanırım sonlandırmam gerekiyor. herkesin kendi dertleri, sorunları var. insanların duymak istedikleri; huzurlu, umut dolu konuşmalar, benim aptal sorunlarım veya dillendirilmesi güç; agorafobim, anksiyete bozukluğum vs değil. bıktırdım lan resmen milleti. haklılar mı? gayet net; haklılar. bu sebepten dolayı da artık sorunlarımı sadece buraya yazacağım.kısacası; boku yediniz.. demek istiyorum. yol yakınken siz de gidin bence. e birileriyle de konuşmam lazım, peki kimle konuşacağım? cevabı çok basit, hem psikolojime de gayet uygun;
kendimle..

iyi geceler.

serhan.

18 Ocak 2011 Salı

tarih: agorafobiyi dört gün geçiyor

merhaba,

ne salak bir başlık değil mi? hayır, değil. çünkü kendisi aslen acınası bir başlık. agorafobi, açık alan fobisi manasına geliyor, bilmeyen de olabilir belki diye.. bu fobiye sahip kimseler, (onlar, sanki hiç kimseler) günlerce, aylarca dışarı çıkmadan yaşamaya çalışırlar. sizler, onları pek görmezsiniz çünkü hiç kimseler, adı üstünde görünmezdirler. her neyse; bu konunun çok fazla açıklamasını yapmayacağım. bundan yaklaşık 12 yıl önce ilk defa panik atak geçirmiştim, o gün; bugün oldu. panik atak artık, panik atağım oldu. bu şekilde hayatımı yaşamayı öğrendim diyelim. bu konuyu da es geçiyorum. lakin bazı zamanlar oluyor ki; yine bu zamanlarda insanın aklına çok acayip şeyler de geliyor. 'yıkılmış hayat manzaralı..' yaşamına tahammül edecek sebepler arıyorsun, bulmakta zorlanıyorsun. tıpkı geçen haftam gibi; sevimsiz ve bedbaht..

agorafobili ve panik ataklarla dolu bir hafta idi. her işimi erteledim daha doğrusu zorunda kaldım. çünkü değil çalışmak; dışarı çıkacak durumda bile değildim nitekim son dört günüm de evde geçti. elim ayağım tutuyordu. fakat düzgün göremiyordum ve düzgün diye tabir edilen davranışlardan bir hayli uzaktım. dışarı çıkamıyordum, evet basit açıklaması bu. suyu çok severim ama, duşta saatlerce oturuşum; sanki bir film sahnesindeki çaresiz çocuk izlenimi verdi bana. aynadan kendime bakıyor, ıslanan uzun-kıvırcık saçlarımı ısırıyordum. hatta onları arada çekiştiriyordum, saçlarımın suçu neydi ki? dediğim gibi davranışlarım pek normal değildi. neden insanlar, psikolojisi bozukken saçlarını keserler? ben biliyorum, o bir his. o his gelince siz de bilirsiniz. her ne haltsa duş teknesinde (bunun da başka ismi yok mu?) otururken acaba, ben de mi bir daha dışarı çıkmayacağım? diye düşündüm. zira riga'da; 150 yıllık, her tramvay geçişinde sallanan bir binanın, kıç kadar banyosunda mahsur kalmıştım. keşke bina yıkılsa da kurtulsam diyordum, her sallanışında. sonra aklıma iki-üç sevdiğim kişi geliyor, sözlerimi geri alıyordum. duştayken acıktım ben. evet saatler geçmişti, günlerdir de sokağa çıkmadığım için yiyecek de bir şey yoktu. patates ve makarna - pilav dışında. onları pişirecek güç, bende yoktu. derken ayağı kalktım, kalbimin atışı kulağımda, çınlamanın arkasından duyuluyordu, derken çınlamayı dahi bastırdı.. sinir, stresten kalp atışlarım da nasibini almış, bir garip atıyorlardı. mavi bornozumu giydim, kan kırmızı gözlerime ve siyah sakallarıma baktım. iğrenç görünüyordum. aynaya vurmamak için bu bakış süresini kısa tuttum. ben, sinirlenince oraya-buraya da vururum..

salona geldim, geldim dediysem zaten banyonun kapısını açınca salona geliyorsunuz. hani öyle ekstra bir enerji gerektirmiyor bu hamle. oturdum yere, karın idmanımı yaptım. o halde evet. evde kaldığım, dışarı çıkmadığım dört gün boyunca; üç kere karın idmanı, dört kere yoga yaptım ve iki kere de bacaklarımı esnettim. bu durumdan çıkış arıyordum, egzersiz yardımcı olur. her gün biraz daha iyi oluyordum ama yine de bu ruh halimin yeri ve zamanı pek değildi. yapmam gereken onlarca iş varken, çaresiz bir şekilde günlerin geçmesini bekledim. bir arkadaşımı aradım, o bana yiyecek getirdi. evde olan kuru meyve ve bayat ekmekler başlıca besin kaynağım olmuştu. pazar günü sabah 6:30 gibi uyandım, arkadaşım neler getirmiş diye baktım. yumurta yaptım, proteine ihtiyacım vardı. ekmek ve zeytin de yedim. üstüne de reçel, tatlı olarak. gözüm açılıyordu. daha kötüsünü düşündüm. duş teknesine bakınca, geçen günkü halim aklıma geldi. şampuanı da düşürmüştüm, içinde eser miktarda kalmıştı. beni kurtarmazdı. evet, biraz dinlendim ve üstümü giydim. ondan önce telefonuma netten kredi attım. ne olur, ne olmaz.. diyerek tedbir aldım. ayağınızın altından hiç yollar kaymadığı için bilemeyebilirsiniz bu rahatsız edici duyguyu, gerçi bilmeyin de zaten. aldığım depresanları duble yapmıştım, geleceği görüp. sanırım etki etti son iki aydır dozajları devamlı azaltıyordum. demek ki zamanı değilmiş. acil durumlarda, kendi kendinizin doktoru olmak gerekiyor..

6 kat indim ve sokağa çıktım, ''bıdı bıdı'' yaşlı adımlarla spor salonuna kadar yürüdüm ki; bir km var yok. saat oldu 10:30 sabah. arka bacak, bisiklet ve kalf derken, enerjim yine bitti. mor xanax tabletinden yarım sonra bir yarım daha çaktım. bir tane de enerjı bar, gofret kılıklı şeyden yedim. yoga odasına girdim, kimse yoktu. millet manyak değil tabi, pazar günü evlerinde normal! insanlar gibi yaşıyorlardır.. diye düşünerek, sakin olmaya çalıştım. derken birilerini arayım da kopasıca kafam dağılsın.. dedim ama kredim yoktu. evet, parayı yanlış numaraya yollamıştım, şaşırmadım. bu sefer de garip bir yoga salonunda can verecektim, aklım otomatik olarak kötüye çalışıyordu. derken bir anda ışıklar yandı ve 20 küsür kızcağız içeri girdi hatta daldı. belli ki toplu halde zayıflama seansı vardı. bir an aha huriler dedim ama eğitmeni görünce onun huri olmadığını anladım. bana; ben, huriyim.. ekmek musap çarpsın huriyim.. dese de inanmazdım. o denli huri değildi o. hemen oradan uzaklaştım, salona döndüm. göğüs çalıştım arkasından da ön kol. üstüne protein tozlu sütümü içtim.

unutmadan; gelmeden drogas denen kozmetik dükkanından şampuanımı da almıştım ama sabun yoktu. neyse sittir et dedim. içerisi bembeyaz olan umumi duşlara gittim. tımarhanede olanlara benziyor orası, hani hortumla deliye su sıkarlar da zavallı; kısmen temizlenir ya, onun gibi bir manzara gözümde canlandı. suyu açtım, kuvvetli idi. tam dört şampuan yaptım. temiz, pak olmuştum. hatta şampuanla inceden de bir kese atınca; üstümden gırc gırc sesler çıkıyordu. spor salonundan çıktım, markete girdim. salon; alışveriş merkezinin beşinci katında, market ise birinci katındaydı. biliyordum, zorluyordum kendimi. marketler, bu gibi durumlarda en son gidilecek yerlerdir. havalandırması, ışığı, kalabalığı.. neyse bana güvenin öyledir işte. alışveriş yaptım fakat yine görüş alanım kısıtlanmıştı, yine aynı duygular hakimdi, ettiğim küfürlerin odağında ben vardım. üstelik duş teknemde olmayı, bu salak hiper markette olmaya on defa yeğlerdim. kötüydüm işte. çıktım; dışarıdaki, kar fırtınası ve soğuğu zerre kadar hissetmiyordum, insanların davranışlarından soğuk olduğunu gözlemliyordum. iki arada bir derede bok varmış gibi de dünyayı almıştım, ağırlığı hissediyordum o halde kısmen de olsa vardım... doğru ya; bir daha böyle olursam başkalarına gebe kalmak istemiyordum, eve gelirken zorlandım. bayılmadığıma şaşırıyordum.bu arada ben hiç bayılmadım galiba. dışarı çıkmış, eve gelmiştim. hala nefes alıp veriyordum. hayati fonksiyonlarım yerindeydi. iki arkadaşımı davet ettim, kutlamalıydım bunu.. yılbaşından kalan rakı vardı onu içtim..

tarih, agorafobiyi dört gün.. geçe hayata dönmüştüm. garipti, hala yaşam performansım süper olmasa da, rengin soluk, iyi misin? sorularına maruz kalsam da; sonuçta kendimi toparlamıştım. bir kere daha anladım ki, kabullenmek bana göre değildi.. ha eyvallah, bu işleri çok iyi bilen bir doktora emanet etmem gerek kendimi. atlamayın olm, öyle bir doktor zaten yok. işte öncesinde şunu halledeyim, bu bitsin, onu da yaptık mı.. diyerek, kendimi pek önemsemedim. psikolojim bu öemsememe olayına pek bozuldu da, intikam mı aldı nedir? psikolojimi sevmiyorum; onun yüzünden sizin de içinizi kararttım. kusura bakmayın.

boktan bir haftaydı..

serhan.

11 Ocak 2011 Salı

kişiliklerim benim..

selam millet,

insan, her yazısına, görürsünüz; bu yazım, en güzel yazım olacak.. diyerek başlar mı? başlar. tanıdığım bir manyak va.. iyi tamam, ben öyle başlıyorum işte. kendi kendimi, bir işe motive edebilme konusunda uzman sayılabilirim. aralıksız on saat çalışabilirim veya bir proje için elli tane ayrı kaynağa bakarım, üşenmem. zaten; bir işi ya yaparım, ya da yanından bile geçmem! sizler; 'oha, herif amma da kendini övüyor..' demeden öce belirteyim, az önceki motivasyon uzmanı şahısın (kişiliğimin) ömrü; işin bitimiyle sonlanır. iş bittikten sonra, son rötuşları yaparken, ağzımdan çıkan cümle genellikle;  'bok gibi olmuş lan bu!?! o kadar da vakit harcadım bir halta benzememiş...' şeklinde olur. bu eleştirisel bakış açım ve temsil ettiği şahsiyet; çok gaddar ve baskındır. bu esnada; o kadar cefayı çeken, bu gaddar herifle birlikte aynı bedende yaşayan, motivasyon uzmanı karakterim ise suspustur, ağzından bir kelime dahi çıkmaz. sanki bu işi için kıçını yırtan kendisi değildir. hatta; içten içe, zaman geçtikçe eleştirilere de katılır. en sonunda iki karaktersiz karakterim; ''bu iş gerçekten de, sıradan bir iş olmuş..'' fikrine kanaat getirirler. beni de, it gibi ortada bırakır, bi siktir olup giderler..

şu an itibarı ile iki tane kişiliğimi size tanıttım. olanlardan biraz zaman geçtikten sonra, beni topluma kazandırmaya ant içmiş olan, ''kendi kendimin teselli uzamanı..'' olan karakterim, çıkagelir.. bilirim lan, bu da benimdir. önce tatlı cümlelerle kanıma girer sonra Rocky'nin moruk koçu Mick edasıyla gaz vererek, durumu toparlamaya çalışır. bu şahıs, genellikle panik atak sonrasında da gelir ve klasik, her defasında bana şunu der; bak oğul, herkesin bir hastalığı/eksikliği var. onun; midesi hasta, bunun; ziki küçük, öbürü biraz tipsiz, diğeri tutuk vs. gibi örnekler verir. sonra sesini yükselterek; hangisi ha hangisi? panik atak mı, bunlar mı cevap ver? diyerek kafamı siker. ben de; çekil lan, bağırma tepemde.. derim. lakin diğer opsiyonları da düşünürüm. çaktırmadan kulağımı çeker, tahtaya garanti olsun diye; dört kere vururum :/

bu yukarıdaki kişiliklerimin hepsi, benim ''yorgun'' temel kişiliğimin özalt kümeleridir. harbiden özalt küme, OBEB - OKEK, ortaokul maceraları vs.  neyse bırakın şimdi bunları. olay nasıldır.. biliyor musunuz? kıyafet balosuna gidersiniz de etrafa bir bakınırsınız. o salağın seçtiği kıyafet; o kadar yalap şaptır ki, herifin şıp diye.. kim olduğunu anlarsınız ve menzilden sıvışmaya bakarsanız. lakin o herif de bir şekilde, sizi tanımıştır. kalabalığı yararak üstünüze doğru gelmektedir. o sırada; ben bu salağı şıp diye tanıdıysam.. laan?! o da beni tanıdı amk.. dersiniz, içinizi bir sıradanlık kaplar. hah, o duyguyu sikeyim ben. benim kişiliklerim de böyle işte; temeli de, özaltı da hepsi benim amk! nerede olsa tanırım sizi. bir kere hepinizin yürüyüşü; salına salına.. aynı ben. bir de bu karakterler, örgütlenmişler de beni uyutacaklar. tereciye, tere mi satıyorsunuz olm siz? harbi haa bu da ne gerzek bir atasözüdür? ne satılır lan tereciye, ıspanak mı?

bu işler, külfetli işler. çoğu zaman; adam gibi, ''yorgun'' olmayan bir kişiliğim olsa da, zırt pırt bu salaklarla uğraşmasam diyorum..

bu arada, yazıyı okudum da; bok gibi olmuş..

haydi eyvallah.

serhan.

7 Ocak 2011 Cuma

yeni yıl mimi

sevgili Mery Daimon bu mimi bana atmış. lakin ben, ota boka geç kaldığım gibi bu mime de cevap yazmakta geciktim. adam olmam lan ben.

1.Yeni yıla nasıl ve kimlerle girmek istiyorsunuz?

nasıl girdiğimi anlatayım bari. Riga'da evimde girdim. beş arkadaş başladık geceye, sonra dışarıda şampanya içtik karda yuvarlandık vs. en son caz bardaydık da sonrası yok :D

2.Yeni yıldan beklentileriniz nelerdir?
beklenti, bana uzak bir kelime. beklemekle pek bir halt olduğu yok, en azından bana yok. toparlarsak; yeni yıldan bir beklentim yok.

3.Yeni yıl sence ne demek?
yeni yıl demek; yeni umutlar demek, yeni aşklar-meşkL.. haha yok lan alakası yok. 0tusbir aralık bittiği an; seneye bir ekliyorsun aha yeni yıl. onun da türevi ''sıfır'' zaten. konuya matematiksel bakarım ben.

4.Yeni yılda ne olursa çok mutlu olursun?
sevdiğim insanlar var da (çok enteresan); bu yıl onlar için iyi geçerse, ben de mutlu olurum. bir de annem-babam sağlıklı olsun. iyi bir akademik kariyerim var. iş konusunda daha tatminkar bir şeyler olursa; hayır demem. araba hastalığı; tedavi edilemez ve hep daha iyisi ee daha hızlısı. bi de psikolojim düzelse vaaar ya.. hadi psikolojiyi geçtim, şu panik bozukluğu geçse ya ama geçmez ki. ha bir de; entel'in abisinin çorapları kirlense süper olur. fener futbolda da şampiyon olsa, çok mu oldu?


5.Yeni yıla dair mesajın nedir?

açgözlü olmayın, egoist olmayın. hayattır bu; kime ne zaman, ne yapacağı belli olmaz. vallahi bak. kısacası, sevdiklerinize maddi-manevi destek olmaya çalışın.. der huzurlarınızdan ayrılırım..

ben de bu mimi; pene ve aslı'ya fırlattım..

6 Ocak 2011 Perşembe

bilinçaltı - noel buba vs sero.

merhaba,

yeni yılın ilk yazısını sabahın dördünde yazan bir ruh hastası olarak; öncelikle hepinize iyi yıllar diliyorum. şimdi de, siz bana iyi yıllar dileyin bakalım.

-iiiyiii yııılllaaaaarrrrrr seeeerrrhaaaaannnn aaaaaaabbiiiii.. 

yaş itibarı ile; abi olurum, amca olurum, birader hatta bilader olurum, hattızatında düpedüz serhan bile olurum. bu konuda esnek bir yapım var. ne yapısı, yapıyla alakası yok olayın! o raddede esnek bir yaşım var.. demek istedim işte. hızlı söyleyince, ''otssüç..'' gibi garip rahatsız edici ses çıkaran ve söyleyen kişiye özel olarak; etrafa tükürük saçabilen sözcükle ifade edilebilen bir yaştayım. ne kadar da uzun bir cümle oldu? otusbir de pis yaştır bak. neyse, esnek dedim emma yapı olarak; pek esnek değilimdir. bu cümle de; az önceki, ne yapısı.. sorusuna cevap olsun. bizde sorular; cevapsız kalmaz usta. mesela sırtım kaşınınca; affedersiniz ayı gibi kapı, sütun, olursa bak tırtıklı duvar gibi yapılar ararım. sebebi, maalesef pençem aman elim sırtıma pek uzanmaz. o güzel (erkeksen güzel kısmını atla..) gözlerinizde, çağrıştırdığım cismin ''odun'' olduğunu biliyorum. utanıyorum ama öyle. en çok dans pistinde utanıyorum, bu konuyu geçelim. ne yazacağımı da bilmiyorum, fark ettiniz mü? 

eveeettttt.. dediğinizi duyar gibiyim. bu bilinçaltı, şu bilinçaltı. o bili.. genel olarak bilinçaltları; çok enteresandır oğlum. mesela üstteki 'iyiiii yıllllaaaarrr'ı okurken, bir çoğumuz ilkokul zamanlarımıza gittik. aranızda gitmeyen varsa da bu cümleden sonra gitmiştir, hala gitmiyorsanız bakınız ilkokul resmi de koyduk. e yuh artık bir zahmet. biliyorum, öğretmenini sevmezdin ama onun vurduğu yerde gül.. biterdi. çocukların kafasını tahtaya vurduğu yerde zambak! (zıambakkss diye bir ses çıkardı..) biterdi. bak hala bakıyor. sen aslı. evet, senden bahsediyorum. hadi canım ilkokul zamanlarına. ''ılllgaaaz anadolu'nuuun sen yüüce bir dağısın..'' sözleri duyulduğunda bir çok sınıf arkadaşın seni hatırlamadı mı sanıyorsun? sen onları hatırlamasan bile, sayın aslı ılgaz.. onlar hatırladılar elbette, örnek istiyorsan verebilirim. işte bu olaylar, hep bilinç altımızın bize şeyleri eehm aslında hediyeleri. bu arada; dikkatli ol oralarda, emi evladım?

yeni yılda bir değişiklik yapıp; hayvan gibi uzun yazmamaya karar verdim. böyle bundan sonra; kısa ve öz. tak canım abicim.. gibi. artık, ben de facebook'da heyran sayfası istiyorum lan. yılbaşında noel buba'ya da bu isteğimden bahsettim, anlamadı. yanda resmi mevcut; garip bir noel buba idi. suratıma pis pis baktı, üstüne kaş göz hareketleri filan. ben de dellendim tabi. hemen kafayı gömçürdüm noel buba'ya. alkollüyüz ikimiz de. noel de piizlenmiş belli, gözler; kan çanağı. neyse üstü kırmızı ya, kan lekesi filan sorun olmadı. sakalı biraz kanlandı, onu da cifledik, geçti. tam giderken yine döndü, baaa bir şeyler dedi. bu sefer de kar topu attım, kafası yarıldı. kartopu ile kafa mı yarılır sallama bee sero.. demeyin. içine taş kodum olm..

yeni yılda;
her şey gönlünüzce olsun. yüzünüzden gülücük eksik olsun. evet yanlış okumadınız; biraz ciddi olun yeni yılda, ağır olun. cıvımayın işte..

seni seni seni ve seni öperim.

serhan.

not: radikal değişiklik; türkçe klavye.