Powered By Blogger

31 Mart 2010 Çarşamba

okuzlukte sinir tanimam


merhaba,

ACY ile munasebetimiz, birbirimize netten mesajlar atarak baslamisti ki bir kuralimiz vardi; mesajlarimiz, icinde eski turkce, osmanlica kelimeler barindirmaliydi, bir nevi oyundu iste. babamin, evde devamli eski turkce kelimeler kullanmasi; benim bu kelimleri araklayip, arkadaslarimla sonu genelde 'sorunlu' biten garip politika tartismalarinda 'kopyala, yapistir' seklinde kullanmamin disinda sanatci ruhlu, edebiyat sever bir hatunun dikkatini cekmemde de ise yaramisi pek iyi olmustu. daha sonralari ACY beni msn'ine davet ederek onun da benden az cok hoslandiginin mesajini vermisti. kendisi, espriden anlayan akilli bir kizdi, kulturlu idi ayrica -de eklerini dahi anlaminda ayri yaziyordu. daha ne olsundu:)

herkesin bir internet macerasi vardir ya, tamam herkes degil ama en azindan bir cogumuzun; E ve Z'den sonra ACY ile de internet sayesinde bulusacaktim, en azindan o yolda ilerliyordum. msn'de konusurken asla kamerasini acmadigi gibi tek bir resmi vardi. bu durumda bulusmak riskli idi, resimde aksi gibi sadece yuzu belirgindi, geri kalan fiziki ozellikler cok namusait olabilirdi, mumkundu. bu sebebten mutevellit ben de zaman zaman konuyu oralara cekiyor, ilgili sorular soruyordum. sohbeti hos bir hatundu ama hos sohbetin yaninda guzel olmasi da pek fena olmazdi acikcasi. en sonunda benim 'ilgili' sorularimdan bunalmis olacakti ki; merak etme, cirkin degilim hatta etrafimda 'guzel' oldugumu soyleyenler cogunluktadir cumlesini kurdu ve bu cumleyi okudugumda icimi bir husu kapladi. bir kac denemeden sonra, bulusma talebime olumlu yanit verdi.

yazimin basinda da dedigim gibi sanatci bir hatundu, ben ise bulusmaya berdus gibi elimde efes ekstra ile gitmistim, allah belani versin dediginizi duyar gibi oluyorum. lakin olay su sekilde cereyan etmisti; evden gec cikabilmistim, stres olmus, trafikten bunalmis, minibuscu ile kavga etikten sonra da beyaz gomlegimin on kismina kan bulasivermisti, sakinlesmek amaci ile yoldan iki kutu (hatta uc bile olabilir) efes ekstra almistim, araba kullanirken gorulmesin diye de kese kagidina sardirmistim, karsida oturan bir arkadasimdan da gomlek odunc almis, randevume daha da gec kalmistim. son kutuyu da icerken, onun evinin yakinlarina gelmis, bir sekilde karisikliktan kutuyu atamamistim. bir saat kadar gec kalan ben, elimde kese kagidina sarili efes ekstra ile arabadan inmeye yeltenip, kendimi tanitmaya hazirlaniyordum zaten her sey ortadaydi, kendimi tanitmistim. evet cok igrencti, o ne kadar entellektuel gorunuslu ise ben de bir o kadar okuz gorunumluydum. ustelik normalde boyle olmadigim halde, en azindan bu kadar degil;) bir sekilde bu role burunmustum ve rolumun hakkini da veriyordum.

o gece, bir yerde rezervasyon yaptirmis olmam gerekirken, yaptirmamistim. hafta arasi oldugundan da bir yerlerde yemek yiyelim dediysek de cogu yer kapanmisti, nisantasi'nda bir seyler ictik. orasi da cok bostu zaten biz de iyice acikmistik. zaten kiz, odunlugumu yuzume su sekilde vurduydu, 'ben bu kadar isrardan sonra en azindan planli bir aksam gecirecegimizi umuyordum' dediydi. haklisin, kusura bakma dedim. minibuscuyle olan biteni anlatmamistim, allahtan.

yalniz, tek resimde tam isabetti. minyon bir hatundu, guzel giyinmisti, kirmizi topuklu ayakabilari ise ayri bir hostu, bakislari da kendisi gibi etkileyici idi. cok minyon sevmemekle beraber bir istisna soz konusu olabilirdi. elegantti, evet tam kelimesi buydu, ACY'nin tarifinin. bu hikayenin sonu da berbat ama baslamisken bitireyim. nisantasi'ndan karsiya gectik ve her yer kapali oldugundan burger king'de yemek yedik, sahilde oturduk. tam 'loser' isi anlayacaginiz. gece belli bir saatten sonra onu evine biraktim, arkasindan apartmana girene kadar baktim; bir umuttu belki, ya da hayatta kaciracagim firsatlarin bir habercisiydi, kim bilir? tahmin edeceginiz gibi bu; ilk ve son bulusmamizdi.

bu gecelik de bu kadar.

hoscakalin

02.04.10

serhan.

26 Mart 2010 Cuma

unutulamay'anlar'

selam,

hayatimizda bazi unutulmaz gonul anlari vardir ki; ne zaman o unutulmazi hatirlatacak bir sey gorsek veya dusunsek 'isik hiziyla' yasanmisa geri doneriz. belki de ruh halimizin en hizli degistigi zaman dilimi, normalden gecmis zamana donusumuzdur, bir nevi zamanda yolculuktur bu. eskiden hissetigimiz duygunun, asagi yukari aynisini yasariz. o anlar cok ozeldir, hatta genelde benim gibi bosbogaz biri degil iseniz, yasananlari kimselerle paylasmama ihtimaliniz yuksektir.

R, bana disari cikmayacagini soylemis, pijamalarini giydigini ve uyumak uzere oldugunu belirtmisti, ses tonu da yorgun geliyordu. ben de eyvallah deyip, portakal bar'a gitmistim. viskimi yudumlarken, bir baktim geldi. benim orada oldugumu bilmiyordu, belli ki baskasina sozu vardi. patlican moru kivaminda bir renk aldi, ben ise gece boyunca viskimi icerken olani biteni izledim, enteresandi.

E, guzel bir salata yapmisti, biz de mangali yakmis, etleri pisiriyorduk. ona tutkum olmamasi lazimken vardi, yanimizda kalsin, gitmesin istiyordum. rakilarimizi icerken, her yudumdan sonra nefesimi cekerken, yakinimda oldugu icin onun nefesini de az cok icime cekiyordum. derken gec oldu, daha gitmemisti, cok mutluydum. bir anda 'uykum geldi' dedi, icimi huzun kapladi derken basini bacagima koydu ve oraya uzandi. o an, muthis bir andi!

I, bodrum donusu bizim arabada geliyordu. onu begeniyordum, o da beni aslinda. ailecek gorustugumuz icin tatillere beraberce ciktigimiz oluyordu. arkada kardesi, ben ve o oturuyorduk. uykusu geldi, basini gogsume yasladi, elimi tuttu ve tirnaklari ile bileklerimi kasir gibi sevdi. buz kesmistim, butun yol oyle geldik. o donus hic bitmesin istemistim.

D'yi uzun yillar sonra ilk defa gorecektim, heyecanliydim, ortaokul'dan beri aklimdaydi. lise boyunca hic konusmamistik ama onu cok dusunmuslugum vardi. bir ortak arkadasimizin bana verdigi telefonla randevu almistim. goztepe'deki evin onunde onun magazaya bakisini ve bana dogru donusunu, benim ona sarilisimi, onun gozlerindeki ifadeyi hic unutmadim. o an belli ki uzun bir surecin baslangiciydi.

N ile aslinda hic tanismamistik o zmana dek. hatta ayni okuldaniz dedik ama ayni anda o okulda hic bulunmamistik. bir sekilde, sarap icmege gittik. o dunyayi icti, ben de ayni sekilde. derken eve gidecek mecali kalmadi, bizde uyudu. butun gece, onu seyrettim. o zmanlar bu kadar cadi oldugunu bilmiyordum, derken nasil olduysa yanimda uyandi, hicbir sey olmamisti ama ikimiz de saskindik, o ani da unutmam ben.

F ile okulun hosgeldin haftasinda tanismistik, biririmizden hoslanmistik. o hafta ruya gibi gecmisti, hatta babama telefon edip beni oraya gonderdigi icin tesekkur etmistim. daha sonra hosgeldin haftasi bitti, okulun gercek sahipleri 'yerliler' geldi. o da 10 mil uzaktaki bir kampuse tasinmisti. haftasonu sinema icin herkes oradaydi, onu goremedim. filme de girmedim. derken yagmur basladi, ben yururken bana dogru kosan birini gordum, F idi. o an da unutulmazlar arasinda yerini aldi.

vee B, french bar'dan iceri girmisti, ben ise tam bir sene ara vermistim gonul maceralarima. yorgundum, halsizdim, memleketten gelen haberlere canim sikkindi. caprazima oturdu, uzun uzun baktim. istedim ki bana baksin diye ve bakti belki de bir saniye kadar. hicbir sey yapamadim, derken gittiler. bir sekilde geri geldiler ve o ayni yere oturdu ben ise yermden kimildamamistim. cok guzel ve etkileyeci idi o. benim olsun istedim, gulerken icten guluyordu belli ki cok temiz ve safti. ilk gordugum ani asla unutmadim.

simdilik bu kadar.

hoscakalin.

26.03.10

serhan.




23 Mart 2010 Salı

sedat erener

su anda o kadar uzgunum ki tarifi mumkun degil. ruhen, yillar once agabeyimi kaybettigim zamanki gibi bitik, yikik ve caresiz hissediyorum kendimi. bundan sonra olacaklari bildigim icin de uzuntum ikiye ayriliyor; bir tarafi kayiba, bir tarafi kaybedenlere dogru. gunlerin, aylarin gecisini, evdeki ilk onsuz gececek geceyi, ilk sene-i devriyenin hissini bildigim icin, sadece gulmekten degil, aglamaktan da katilabilecegine sahit oldugum icin uzuntum ikiye ayriliyor. yazarken nefes almakta gucluk cekiyorum, ben boyle isem onlar nasildir diyorum, kendi kendime cevabi veriyor, tekrar en basa donuyorum.

bir aile dusunun ki herkes gipta ile baksin, beraber cekilen her resminiz 'cercevelik' olsun. hos, mutlu bir karln, efendi, yakisikli, cesur bir oglun ve son olarak da 'tekne kazintisi' guzel, basarili bir kizin olsun. onlara iyi bir gelecek saglamak icin durmadan calis cabala, lakin eve geldiginde gordugun manzara karsinda durakla, sahip olduklarina soyle bir bak ve yorgunlugun hemen gecsin. bu arada, etrafindaki insanlara nasil iyi bir es ve baba olunur diye de ornek ol. her sabah aynada tiras olurken, tanri'nin bahsettikleri icin ona tesekkur et, ardindan gulumse ve tirasina devam et. derken hic beklenmedik bir anda, 'ecel' seni yakalasin, kulagina zamaninin doldugu fisildansin.

kim bilir ne acidir, bu kadar sahane bir manzaradan kopmak, cocuklarinin cocuklarini goremeden gitmek zorunda olmak. jale'n ile yasliligin tadini cikaramamak, kizinin dugununde cakir keyif olamamak, oglunla bir daha erkek erkege konusamamak. olmek degil de bunlari yapamamak kahrediyordur, yeni mekaninda sedat erener'i. muhtemelen su anda; yanina, teselliye gelenlere nazikce yalniz kalmak istedigini soyluyordur, kus bakisi kalabalik evine bakip, derin derin icini cekerken.

keske daha kalabilseydin.

23.03.10

serhan.




22 Mart 2010 Pazartesi

hayvanlar alemi


merhaba,

su ana kadar iki tane atimiz, bir cok kedimiz, bir cok civcivimiz, bir tane tavsanimiz, bir tane kopegimiz, muhabbet kuslarimiz, kocaman bir akvaryumumuz oldu, unutmadan bir tane de papaganimiz, tabi ona papagan denirse. kirmizi gagali, psikopat olanlardan. pamuk adli ilk kedimiz, bir van kedisi idi. ben ufak oldugumdan onunla oynamayi kuyrugunu cekmek, ustune kosup, kapaklanmaktan ibaret sanardim. hayvancagiz da her seferinde beni gordugunde bufenin ustune cikar, saatlerce orda kalir, ben yatinca da asagi inerdi. zaten fazla dayanamayip, ziplayip kapi kolunu asagi cekti ve ozgurlugune kavustu. evdekiler beni sucladilar.

agabeyime olan duskunlugun had safhadi idi fakat 9.kattaki evimizin balkonunda bir suru civcivleri vardi onun. ilk zamanlar ben de seviyordum onlari fakat gun gectikce cogaldilar. onlar cogaldikca bana olan ilgi azaldi, civcivler daha cok sevilmeye baslandi. ben de 'stempo' marka saatimin alarmini kurup gece uc, dort gibi uyanmaya baslayip, civcivleri ozgur birakmaya karar verdim. fakat, kapiyi acip asagi inmek riskli idi, bir yolunu bulmaliydim. ben inemiyorsam civcivler inmeli idi. dusundum, tasindim aklima onlari, ip baglayarak asagi sarkitmak geldi ama cok yuksekteydik, ayrica o kadar da vakit yoktu. bakkaldan kutular alip, onlari asansor kabini yerine kullanmaya karar verdim. bu sayede hesapta civcivler bu kabinle dokuzuncu kattan asagi inecekler ve ozgur olacaklardi. her gun bir tanesini kutuya koyup, balkondan attim tabi o durumda bilemedim onlari, asansor yerine tabuta koydugumu. sayim yapiliyor ve civcivler eksik cikiyordu, bir gun halam bizde kalirken gece operasyonunda suc ustu yakalandim. agabeyime bir sey soylemedik, zaten belli zaman sonra onun da civciv meraki son buldu.

diger kedimiz muzo, bayraoglu'ndan bizim eve gelmisti. ilk gun icki arabasinin altinda konaklamisti. ben cok seviyordum o kediyi fakat devamli camlarda geziniyordu, bir gun muzo, yine camdayken babam da camin onunde gazate okuyordu. ben, muzo'nun camda oldugunu soyledim, dusecek dedim. babam da birseeyy olmazzz, senden benden akilli, dusmez o dedi ve cumle bitiminde kedi dustu. annem asagi indi, bana yalan soyledi; uzerimi tirmaladi kacti dedi, sonra ogrendim ki olmustu. cok uzulmustum.

atimiz charlie, beni agabeyimden kiskandi ve ani bir hamle ile ayaklarinin altina aldi. sans eseri olmemisim. tam hatirlamiyorum ama oyle dediler. dedem, hemen ertesi gun ati satti, simsiyah zipkin gibi bir hayvandi. sonra, diger atimiz olan bora'yi aldik. ayaklari sekili idi, guzel hayvandi kahverengi idi. burun kismi ve sekileri beyazdi. o hayvana ne oldugunu hatirlamiyorum ama sakin, iyi huylu bir atti.

kopegimizin adi bimbom'du. coban kirmasi idi, annemle istasyona gider, her gun ayni saatte onu oradan karsilardi. bizimle futbol oynar ve gulerdi. evet, resmen gulumserdi. muthis bir dosttu, onunla camlica'da saatlerce oyun oynardik. evin etrafina kimseleri yaklastirmaz, tehlike aninda o iyi huylu hayvan gider yerine saldirgan bir bekci kopegi gelirdi. dedemler ciftligi satinca, ondan ayrilmak zorunda kaldiydim. belediye yanlislikla zehirlemisti, gerzek belediye.

mirnavoski bir sokak kedisi idi. ismi, sarisin oldugundan, bendeniz tarafindan konulmustu. hatta oyle ki mirnavoski'yi mahalledeki cocuklara bildiginiz 'rus' kedisi diye tanitmistim. cok oyuncu bir hayvandi, daha sonra oraya buraya isemeye basladi yazik olur dedik, milli olmadan ameliyat ettirmedik. sokaga biraktik, arka bahcede denizler bakmaya basladi, cok istesem de eve gelmek istemedi. ben, yazin bayramoglu'ndayken hastalandi ve oldu. bir kediye bakamadilar diye cok kizmistim.

gelelim tavsana. evet, evimizde bir de tavsan vardi, mavi bir legenin icinde konaklardi adi da 'davsan' idi. pek yaratici bir isim degildi ama avci babam bu ismi uygun gormustu hayvancagiza. hayvancagiz, sebze ile beslenmesine ragmen masalah gun gectikce buyudu, irilesti, fil gibi oldu. her boku kemirmeye basladi ayrica ziplayarak kacmasi ve de sakar olmasi basimiza is acti. annemin antika garip bir samdanini kirinca ona da yol gorundu. zaten babam, iki dubleden sonra tavsan yahnisinin tarifini siklikla verir olmustu, belki de ayrilik davsan'in omrune omur katti, kim bilir?

babama papagan diye tutturmustum. onlar da muhabbet kuslarinin pisliginden illallah dedikleri icin bu istegime onceleri karsi cikmislardi. lakin, babam dayanamayip bana bir papagan almisti. cok mutluydum, ne kelimeler ogretecektim ona, omuzuma konacak, oyle dolasacaktik evin icinde 'feeener feeener' diyerek hemen adini koydum, ali. sans bu ya ali, ortadogu ve balkanlarin en ruh hastasi papagani cikti. degil konusmak, igrenc bir gaklama sesi vardi, belli bir zaman sonra bu gaklama sesine ailecek tahammulumuz kalmadi. omuzunda gezdirmeyi gectim, elini kafese soktugun an, elini paramparca ediyor ancak babamin atolyeden getirdigi demir eldivenle bu yesil papagan gorunumlu ruh hastasi hayvani tutabiliyorduk. daha sonra ogrendik ki bu hayvanlar vahsi imis, evcillestirmek cok zor imis. verecek birilerini aradik, sonra baktik olmuyor pisirdik, kedilere verdik. saka len saka, verdik birine gitti.

rahmetli babadedem bana iki tane sey almisti hayati boyunca, cok bonkordu. birincisi hesap makineli cetvel oburu de essek kadar bir akvaryum. hesap makineli cetveli, allahin psikopati bir kadin vardi, adini unuttum diyecegim de unutulur mu? nurten alparslan, kendisi matematige gelirdi, o haciladi. resmen aldi, bir daha da geri vermedi, pis. neyse akvuryum geldi icinde bir suru balikla, superdi ilk basta, daha sonra her gun uc bes zavalli balik oluyordu, en son iki tane kopek baligi kalmisti. onlar da hakkin rahmetine kavussun diye bekledim, sonra bir daha akvaryum filan almadim. babam aldi, ofise goturdu, isabet de oldu.

d, elinde sican gibi bir kediyle geldi. sinir bir kedi idi, her seye tirmik attigindan adini pati koyduk. bir iki uc, pati'yi sevmek guctu. bir gun aybars bize geldiginde, burasi soguk dedi ve cami kapatti, pati de camin kenarinda idi, bu hamle ile onu da bosluga dogru yollamis oldu. tabi, bu benim tezimdi, olayin baska aciklamasi yoktu. pati bir anda yok olmustu cunku. o gece her yerde pati'yi aradik sonra mahalle'den recep abi kapanan camin izdusumunde bulmus pati'yi, ben once d'ye soylemediydim daha sonra elinde kedimiz kaybolmustur ilanli ile gelince, gercegi soylemek durumunda kalmistim.

vee BAL. benim canim kedimdi o. gercekten farkli bir hayvandi, 4-5 kelime biliyor, fakat kendinin kedi oldugunu bilmiyordu. erkekdi, onu da d getirmisti ama ne hikmetse d'ye dusmandi. gerci eve kim gelirse gelsin misafir olarak, pek hoslanmizdi. rahati bozuldugu icin gelen misafirin ya ayagini isirir ya da misafir elleri ile hararetli hararetli bir sey anlatirken eline atlardi. hic olmadi, misafiri wc guzergahinda sikistirip bacaklarini tirmalardi. sinirlenince gozleri kizarirdi, babami, beni ve annemi sever, dedemi de ev sahibi oldugu icin sayardi. genelde benim yanimda yatar, yanimda da kim yatarsa ayagi ile iteklerdi. ne zman pa tutsa yanima gelir, kucagima cikardi. benim icin bir dost, digerleri icin bir dusmandi. bayramoglu'nda sahilde babamla yuruyus yapar, sokakta dolasir ama aksama eve gelir, yemek saatini atlamazdi. ben lv'ye gittikten sonra peder sanssiz bir sekilde yetmisinden sonra astim oldu. tum arkadaslarimi aradim, baksinlar ben gelene kadar bal'a diye lakin kimse yanasmadi. facebook'ta yazdim yine talip cikmadi. babam'in albay arkadasi ben bakarim dedi. sonra bu albay arkadasi'nin oglu ortadan yok oldu, ogul ortadan yok olunca adamcagiz tozuttu, diger kedilerle birlikte ayvalik'a gitti, sonra adam geri dondu. sonradan ogrendim ki bal, zehirlenmis ve olmustu.

budur.

iyi aksamlar.

30.03.10

serhan.

21 Mart 2010 Pazar

insanlar

selam,

bugun, size degisik milletlerden gordugum bir hayli degisik yaklasimlarin bende biraktigi etkilerden bahsedecegim. yaklasik sekiz sene, bir sekilde gurbet ellerde yasadim ki bu sayede bir cok kulturden insanlarlar tanidim. kimileri arkadasim oldu, kimileri sadece tanidik olarak kaldi. yorumlarimi, bu insanlarin bende biraktiklari intibaya gore yaptim. elbette, bir kulturu sadece bir kisiye bagli olarak yazmadim, bahsi gecen kulturden yeteri kadar insan tanimissam, ortak ozellikleri olduguna karar verdigim, haklarinda iyi-kotu dusuncelerimi sizlerle paylastim.

letonlar; yaklasik uc sene gecirdim bu ulkede, kismetse bu sene son. guvensizdirler, asla kimseye guvenmezler sebebi basittir; tarihleri boyunca gelen gecen bu vatandaslarin ulkelerini isgal etmistir. kararsizdirlar, yillarca komunizm devrinde yasamislardir, simdi bir anda ab uyesi olmuslardir, iki arada bir derede kalmislardir. bir sekilde, ufak bir otorite sahibi olduklari zaman, karsidakine 'firca' atma hakkina sahip hissederler kendilerini. yabancilari sevmezler genelde, ozellikle de yasli kesim. gencleri ikiye ayrilir, yabancilarla konusabilenler ve konusamayanlar. kizlarin cirkinine az rastlanir, erkeklerin ise yakislikli olanlarina zor rastlanir. genelde kavgaci degillerdir, 4-5 kisi toplandiklari zaman ve alkol sinrini astiklari zamanlar disinda tabi.

ruslar; letonya nufusunun yarisi rus oldugundan sanirim bu konu da yorum yapabilirim. ruslar, letonlar icin bir tehlikedir, nerdeyse leton'dan fazla rus vardir burada. cogunda leton pasaportu yoktur, bu yuzden de genelde gocmenlik burosunda ikinci sinif vatandas muamelesi gorurler. bu da bir cogunu kizdirir, onlar da barlarda leton doverek stres atarlar. ruslar, letonlara gore daha duzdur. arkandan fazla konusmazlar, 'turk' deyince ise biraz dusunurler. gelen italyalari vs korkuturlar, bize icten ice saygi duyarlar. icmek kelimesi, belirli bir yasa kadar icebildigin kadar 'shut' votka icmek ve bir yerlere yigilmaktir. altini cok severler, kadin-erkek yuruyen kuyumcu dukkani gibidir. rus kadinina en iyi hediye; saygi ve altindir. iyi anne olanlari da vardir, ve inkari mumkun olmayan sey sudur ki; ruslar guzeldir. letonlara gore daha comerttirler. yasli olanlari ise cok kufurbazdir, otobuste dalmissindir, yasliya yer vermemissindir, yasli kadin ana avrat saydirirlar sana, normaldir. kiyafetlerinden, kolayca anlasilir kimin rus, kimin leton oldugu. parlaksa rus, matsa leton!

ingilizler; universitemi orada okudum. ingiltere, londra degildir. ingilizler, herkesin bildigi gibi centilmen de degillerdir, kuzeye gittikce duzelirler, yabanci ulkede yasamis olanlar, farkli kulturlere merakli olanlar daha sicaktir. genelde butun avrupalilar gibi cimrilerdir, aksam baska, gunduz baskadirlar. aksam senin boyuna sarilan zat, sabah derste sana gunaydin demez. fransizlara, yunanlilara ve italyanlara bayilirlar, almanlar'a karsi ise eziktirler. turk olarak, londra degil ama baska bir ingiliz kentinde veya kasabasinda yasamak zordur. insanlari siniflandirirlar, turkleri bu sinifin en altlarina koyarlar.

afrikalilar; her seyi isterler. telefonundan telefon ederler, sigarandan icerler, sinavin ortasinda silgi isterler, kalem isterler vs. kendilerini her sporda ustun, derslerde 'cin' ilan ederler, genelde de oyle olmaz. ikiye ayrilirlar, fesat olanlar ve olmayanlar. olmayanlardan iyi arkadas olur hatta yeri geldiginde paylasimci dahi olurlar. genelde bedava sirke, baldan tatlidir felsefini guderler.

polonyalilar; hostellerde cok zaman gecirdigimden ve bu ulkeyi gormus oldugumdan az cok fikir sahibiyimdir. polonyalilar, cok sicak kanli, iyi insanlardir. turklerle tarihten gelen bir baglari vardir. bir turk, cok rahat polonya'da yasayabilir, hic bir zorluk cekmez. insanlari, yardimseverdir ve kadinlari cok guzeldir. cimri degillerdir, genelde de miliyetci bir yapilari vardir. caliskandirlar, iyi icerler. avrupa'nin tedarikcisidirler.

almanlar; kendileine ozgu bir yapilari vardir. iyi egitimli bir alman ki ben genelde bu seviyede inanlarla tanistim, bir turk'u siniflandirabilir. bos olmadigini anlar, ona gore kelimeleri secerek konusurlar. hicbir seyi atmazlar, buzdolaplarinda minik minik lokmalar vardir, kokmaya yuz tutmus seyleri bile yiyebilirler. ultra cimridirler, kadinlari az biraz kaba olmakla beraber, cekicilikleri mevcuttur. alman inadi gercekten vardir, sahit olmusumdur.

yunanlilar; bu irk ile munasebetim olmustur. yunanistan'in kiyilarini araba ile seyahat etme imkani bulduydum. universitede de bircok yunan arkadasim, iki adet de kiz arkadasim olduydu. genel bir turk fobisi vardir, kimse bunu inkar etmez zaten. bir hayli ortak yanimiz mevcuttur. erkekleri berbat giyinir. kadinlarinin, bir cok akdeniz kadini gibi kilo sorunu vardir, sert hatlara sahiptirler. iyi arkadas olunur ama illaki bir sekilde politikaya girince, bu arkadaslik baglari zorlanir. genelde iyi gun dostlaridir, butun sirlarinizi paylasmak iyi bir hareket degildir.

ispanyollar; bizim gibi bolgesel olarak farklilik gosteririler. genelde koloni halinde dolasirlar. katalanlar daha cana yakindir. partilerine seni cagirirlar aralarindan uc-bes kisi seninle ilgilenir. genede kizlar olur bu ilgilenenler, daha sonra seninle ilgilnen kiz kiymete biner. etrafini bir suru ispanyol sarar, kizi oradan cekip almak icin yirtinirlar. eger vermez de kizi alirsan, artik ebedi olarak olarin dusmani olursun. sorun cikarmazlar, baris yanlisi bir toplumdurlar. seni severlerse, aralarina alirlar ama yine de ispanyolca konusurlar. ulkelerinden memnundurlar, bir sorunlari yoktur. zaten bu sebebten dolayi hic bir zaman ingilizce'yi iyi konusamazlar belki de gerek duymazlar. parti insanlaridir, bonkor sayilirlar. kadinlarinin bazilari cok hostur. erkeklerin hemen hemen hepsi kaslarini alirlar. bir de devamli dil cikarirlar.

italyanlar; italyan kadinlari hostur, eleganttir, erkekleri cana yakin ve komplekssizdirler. iyi arkadas olurlar, yardimseverdirler. ispanyollar'dan daha caliskandirlar. onlar da baris yanlisi bir toplumdur, sorun cikarmazlar. mutlu insanlardir, uzun yemeklerden hoslanirlar yalniz turk mutfaginin italyan mutfagina karsi baskin oldugunu kabul etmezler. uclarda yasamazlar, daha cok kontrolludurler. italyanlar, kadinlara karsi maca 1-0 onde baslarlar. 1-0'dan 1-2 maci alirsan ve bir sekilde kadini ellerinden alirsan seni tebrik ederler ama ertesi gun yine denerler.

fransizlar; anlatmaya gerek yoktur, avrupa'nin en kibirli halkidir. kadinlarina pek guven olmaz, seninle birlikte ayni anda 3 erkege randevu verir, gidersen birbirine aptal aptal bakan erkekleri gorursun. o ise hicbir sey olmamis gibi, randevuyu bir arkadaslik kutlamasina cevirir. karakterine gore eyvallah dersin veyahut oyunun bir parcasi olursun. kadinlari hostur, narin yapili ve kulturludur. erkekleri de duzgun tiplerdir. onlar da ingilizler gibi insanlari siniflandirirlar, nispeten turkleri biraz daha ustlere koyarlar.

araplar; cok tehlikelidirler. asla guven olmaz, dedikoducudurlar ayrica kiskanctirlar. dini, her bir halta alet ederler, turkleri hic sevmezler. kendilerini cok akilli ve 'yuce' gorurler. yeri geldigi zaman bir euro icin birbirlerini dahi kirarlar. iyisi son derece azdir, iyi gunde destek olmazlar, kotu gunde kostek bile olabilirler. isterken kurekle isterler, verirken cay kasigi ile. filistinliler bu kriterin disindadirlar. onlar, son derece duzgun, yurekli ve iyi insanlardir. urdunluler de keza iyidirler.

yahudiler; onlarin her biri sanki bir zeka kupudur. yarismayi cok severler, yenilgiye tahammulleri yoktur zaten yenilirlerse de ben yarismiyordum ki derler. seni iyi dinlerler, dinlemelerindeki sebeb basittir; bir yanlisini bulup, duzeltmek. en cok sevdikleri olaydir bu. hele haklilarsa ve ispat ederlerse onlardan keyiflisi yoktur. turkiye'de yasayanlar ise daha farklidir.

pakistanlilar; iki cesittir. kokten dinci ve normal dinci. yardim edebilecekleri varsa ederler. durustturler, arkadaslik baglari kuvvetlidir. yaptigin iyiligi unutmazlar, otoriteye bas kaldirmazlar, kurallara uymayi tercih ederler. iyi insanlardir, paylasimcidirlar. kokten dinci olanlarla sohbet etmek gereksizdir.

guney ameriklalilar; konrol kadinindir. erkekleri kadinlari tarafindan kontrol edilmeyi yegler, bundan memnun olurlar. iyi insanlardir fakat direkt konusma cesaretleri sinirlidir. genelde ne olup bittigini ucuncu sahislardan duyar, sasirirsin. paylasmayi severler, genelde planli programlidirlar. nereye giderlerse gitsinler ulke bayraklarini da yaninda gotururler. kurallara uyarlar, sorun sevmezler. gorurlerse uzaklasirlar.

simdilik bu kadar, devam ederim sonra.

hoscakalin

serhan.

21.03.10

18 Mart 2010 Perşembe

derealizasyon

selamlar,

bu aralar hic tadim yok. panik ataklar, eski zamanlardaki gibi etkili, sarsici ve can sikici olmaya basladi. burada bir tane turk donercisi mevcut, doneri bir boka benzemediginden oraya genelde demleme cay icmege gidiyorum. kahvehanelerde mevcut olan, kirmizi beyaz motifli cay tabagi ile ince belli bardak ile servis ediyorlar. okul yillarimi hatirliyorum, kahvehane ve okul yillari aslen ortak yillardir da ebeveynler bunu bilmezler. neyse donercide muhtelif gazeteler var, tabi gunluk degil. mesela bugunku 11 aralik tarihli bir hurriyet idi, fark etmez okudum. spora gitmeden once oraya ugradiydim, karsimda bir alisveris merkezi, en ust katinda spor salonum. aci ama gercek salona nasil ederim de giderim diye dusunuyorum. caykur marka cayimi yudumlarken, hizlanan kalp atislarimi iyice duyuyor, cayimi icmeyi dahi birakiyorum. icimde bir his ki gitme salona diyor, derken tanidik bir kac kimse goruyorum, onlar da iyi miyim diye soruyorlar, belli ki gorunusum super degil. (bu gibi durumlarda ucuncu sahislarin soylediklerini cok onemsersiniz, felaket tellali arakadaslariniz yerine destek verenleri oneririm). her sey aleyhte anlayacaginiz, ustune ustluk ulkende degilsin, hadi ulkende olma da anormal bir yerdesin, hani bir sey olsa riga'nin soguk kaldirimlarinda can verirsin, kimsenin umrunda olmaz, inanin abartmiyorum. neyse, sonuc olarak ben yine salonuma gittim, sporumu yaptim. burada onemli olan cemberi daraltmamaktir ki bu cember hayatinizdir. hayatiniz ne kadar kistlanirsa, malesef ki yasamak icin o kadar az sebebiniz kalir.

havalardan, mevsim degisikliklerinden de hortlar bu illet. uc aya yakin bir zamandir gokyuzunu toplam bir hafta ya gorduk ya gormedik burada. yaklasik on gundur, disari cikarken icimde bir huzursuzluk mevcut. bu durumdan dolayi kimi zamanlar disari cikma isini bile askiya aldigim oluyor. gecenlerde bir toplantim vardi, toplantinin oldugu mekana zar zor geldim. yarim saat kadar, ustume dogru egilen yuz yillik, kasvetli duvarlara baktim, icimden dedim ki biliyorum sabitsiniz de iste yine de rahatsiz edicisiniz. etraftaki insanlara baktim; hepsi garip ki aslinda burada garip olan benim, sesleri boguk. beynimde bir baski ki tarifi zor, kaderin son basamaginda miyim diye dusundum, umarim degilimdir, daha yapacak cok isim var, tanrim dedim.
toplantiya girdigimde, her sey resmen agir cekim hareket ediyordu. bu tip ruh halinin beden tarafindan algisina 'derealizasyon' deniyor, kendinizi kasmanizdan dolayi beyninize yeterli miktarda kan gitmiyor, kalbiniz yeterli kani pompalamak icin daha cok atiyor, kan isteyen beyin, bu sefer de seker istiyor vs derken kaninizda adrenalin, seker, ve hizli nefes alamaktan dolayi oksijen fazlaligi olusuyor, kaninizin ph'i bazik tarafa dogru kayiyor, bu dongu de damarlarda buzusmeye sebeb oluyor. derealizasyonun sebebi bu, bir de gercekten boynunuzdaki damarlarda problem var ise ve burnunuzdan dolayi nefes alma guclugu cekiyorsaniz, ekstra sorun.

cozumu cok basittir sozcuklerde. soyle ki; bu olaylar esnasinda pek hizli atan kalbinizi dusunmeyeceksiniz, kayan yerleri hice sayacaksiniz, her sey gayet normal gibi davranip, derin nefes alacak ve sakin kalacaksiniz. sakinliginizin kaybi sizi, 'on' diye tabir ettigimiz, en ust korku noktasina cikarir ki bunun karsiligi 'dehsete kapilmaktir'. icsel korkular, dissal korkulara gore mucadelesi daha guc olan korkulardir. somut degillerdir, goremezsiniz. isin asli her ne kadar pozitif, negatifi yener derlerse de ortam negatife uygunsa negatif, pozitifi fena harcar. ustune ustluk fiziksel sagliginiz da yerinde degil ise bu kisir dongunun sonuclari daha da vahim olabilir. kalbinizdeki ekstra atimlar da cabasi olur.

simdi sanirim az cok anlasilir vaziyete gelmistir, panik atagin ve arkadasi derealizasyonun ne boktan bir sey oldugu. bir cogunuzun tiye aldigi; avrupa yakasi'nin bir bolumunde, buhran'in yakalandigi entel hastaligi degildir, ne yazik ki bu hastalik. panik atak adettir, tanedir. beden bu tepkilere ota boka vermeye baslarsa, hastaligin ismi panik bozuklugu olur ki sorun da burada baslar. ilaclar, doktorlar, teshisler derken; maddi, manevi yara alirsiniz, tamiri ise sabir ve mesakat gerektirir. bu hastaliktan muzdarip bazi insanlar, sosyalligini tamamen yitirmis, islerini kaybetmis, okullarini birakmis, kisaca korkularinin esiri olmuslardir. hepiniz icin belki cok kolay olan, alisveris merkezinde bir saat gecirmek, bu insanlar icin 'hayal' olmustur. elbette ki beterin beteri vardir, hayatta ne acilarla yasayan insanlar mevcuttur lakin panik bozuklugu da yasayana cidden bir iskencedir. bir kitapta okudugum hadise aklimda kalmisti; olum doseginde olan yasli bir kadin, gozyaslarini tutamamaktadir, bunu goren genc hemsire yanina gelerek ona; olumun her seyin sonu olmadigini soyler. yasli kadin ise oleceginden dolayi degil hic yasayamadigindan dolayi agladigini soyler.

hayat, akip gidiyor, daha dundu sokaktan eve 'pacoz' gibi gelip, annemin ne bu hal? demesi ve banyoda dizlerimi bildiginiz vim ile ovalamasi, daha dundu noyan'i gorunce boynuna sarilmam, daha dundu babamin arabasini kacirmam. yarin, bugunler de 'dun' olacak, verdiginiz kararlari bazen sorgulayin, karsinizdakini onemseyin. acaba okuzluk mu yaptim ben? sorusunu kendize sormaktan cekinmeyin, 'okuzluk yapmisim' sonucuna varirsaniz, vakit kaybetmeden bu isi duzeltmeye bakin. vee pa ile ilgili son bir cumle, diyelim ki panik atak gecirdiniz ve tekrar normale dondunuz, artik yasadiginiz atak sona ermistir, onu orada birakmayi ve yolunuza devam etmeyi deneyin.

evet, icinizi kararttim belki ama bu seferlik boyle, mazur gorun.

iyi sabahlar.
serhan.

15 Mart 2010 Pazartesi

arilar bal yaparlar


selam,

evet, arilar bal yaparlar bazen de gereksiz yere adami sokarlar. burada kullanilan 'sokmak' kelimesi, ingilzce'de 'ari beni isirdi' seklinde soylense de makulu, arinin turkce'de dendigi gibi sizi sokmasidir. ignesini batirir, bir yanma, aci vs derken siz sokulmus olursunuz. arinin akibeti ise ignesinin icerde kalip, kalmamasina baglidir. eger igne iceride kalmis ise ari; hakkin rahmetine kavusmus demektir. zaten rahatsiz hayvanlardir bu arilar, dans ederek polenin etrafina diger arilari cagririrlar, onlar gelirler, sen de oradan gecersin, senin cicegin poleni ile alip veremedigin bir sey yoktur lakin yine bu dans etmekte olan arilardan bir veya bir kaci dansi mansi birakip, seni durduk yere sokarlar. bu arada ben bu hayvanlarin mamulu olan, bali cok seviyorum. rahmetli son kedimin ismi de bal idi ayrica gozlerim de bal rengidir. bal kopugu rengini de severim, arabasina gore asil durur, ici ayni renk deri doseme olursa daha da iyi olur.

benim arilarla derdim yok, en azindan yoktu, fakat gercek olan bir sey var ki onlarin benimle derdi var. ne zaman ari bir mekana tesrif etse, o mekanda bulunan onlarca kisiyi es gecip, olumu ugruna beni sokar. sanki bir kiralik katildir o ve basladigi isi bitirecektir. sokmayin beni artik, alerjim var. tamam, olmuyorum ama takribi diger insanlardan uc kat daha fazla sisiyorum, dedim kac kere anlamadilar. ciftehavuzlar'da otururken ki tam lokasyonu semiha sakir lise'sinin arkasindaki caddenin paraleli, eski reis-i cumhur celal bayar'in oturdugu sokaktir. arilarla, bir munasabetimiz olduydu o vakitler, o mekanda. eskiden semiha sakir yerine, surucu kursu talim sahasi vardi orada, bir de oraya giden kestirme bir yol. kimse o kestirme yolu kullanamazdi cunku orada herkesin bildigi bir ari kovani vardi. ne sekilde oldu, hatirlamasam da bir gun, kendimi mahallenin buyuklerinin pesine takilmis, bu kovanin civarinda buldum.

derken, buyuklerden bir tanesi ki daha sonradan ogreniyorum, agbeyim kovana tas atti, atmis. arilar bir anda bizim uzerime hucum etti. ben ise yaklasik alti yaslarindayim, herkes kacmaya basladi, ben kacamadim, kalakaldim. agbeyim, benim orada oldugumu bilmiyordu zaten oyle olsa once beni ordan uzakalstirir sonra tasi atardi. sonuc olarak, arilar beni 5-6 yerimden soktular. mekan belirtmek istersem, kafam, kollarim en onemlisi ise ust dudagimdi. eve geldim ki annem sok vaziyette. bir anda sismisim, aynaya baktigimda kendimi taniyamamistim, mahallenin doktoru geldi, amonyaklar vs, tani konuldu, arilara alerjim vardi. agbeyim bu olanlardan kendini sorumlu tuttu, cok uzuldu. ertesi gun annemlerin yataginda uyandim, sirenle, 10 kasim idi, o zmanlar turkiye cumhuriyet'i boyle degil, 10 kasim sireninde kipirdamak bile cok ayip, ata'ya saygisizlikti. neyse mahalleden ses cikmiyordu, ben ise camdan bakiyordum, gordugum manzarayi hic unutmuyorum, su sekilde idi; agbeyim, elinde mavi beyaz ilaclama pompasi ile ari kovanini ilacliyor, bir yandan da bagirip cagriyordu. ben ise agliyor, arilarin onu sokmasina cok uzuluyordum, ilaclama isinden sonra bir daha ari kovani diye bir sey kalmadi o ara sokakta. sanirim arilarin garezi bu yuzdendir bana.

bayramoglu'nda kumda oynarken mayomun on tarafinda bir sizi hissetiydim. evet, olan olmus arilarin kiralik katili beni yine bulmustu. isimi bitirmek icin, tam onikiden vurmustu beni, tam olarak oradan, pipiden sokmustu. ben, aci icinde yere yatarken, annem, komsular vs ustume dogru n'olduuu? diye kosuyorlardi. ari soktu, nerden? ordan nasil, hay allah vs derken yine dr cagrildi, amonyak, pansuman yapildi, bizim o devirdeki pipiye artik baska isimler yarasirdi, o denli bir gelisim soz konusu idi. hatta, sitenin genc bayanlari, merakli gozlerle duruma bakiyorlar, yasi tutmayanlari anneleri hadi bakalim, dagilin birseyi yok serhan'in, iyilesecek diyerek uzaklastiriyorlardi. nasil bir seyi yok, o ne o? diyesi geliyordu insanin:))

babamdan ilk defa ayriliyordum, datca'ya otobusle gidiyorduk, annem ve bir arkadasi ile. ben, gitmek cok istemiyordum ama cok israr etmislerdi, ayrica gidecegimiz evin sahibesinin, benim yasitim olan alev adinda bir torunu oldugunu da biliyordum. otobus yolculugu basladi, ben annemle oturuyor, annemin zarif arkadasi da adamin biri ile oturuyordu, annemle konusmak icin devamli arkaya donuyordu, ben ise hic orali olmuyordum. bu kadini sevmistim, lafi gecmisken kendisi ne kadar zarif ve asil bir kadin ise kocasi da bir o kadar okuzdu. ilerki yillarda babamla ortaklik yaparlarken, okuzlugu zaten tescil edilmisti bu zatin. neyse konumuza donelim, yandaki amca da benimle konusuyor, arabalardan bahsediyordu. en sonun ikna oldum, siz buyrun dedim, annemle konusun, ben amca ile yanyana otururum, muhabbet sohbet derken, otobus ilerliyordu. kahvalti icin bir yerde durduk, otobus iki katli idi. yola tekrar ciktigimizda, on taraflardan, bagaris sesleri duyuldu, aman dikkat, vur vur gibi. baktim ki millet arinin, varligindan bahsediyor. onlerden bir kac geri zekali ise mecmua ile ariya vurmaya calisiyor, beceremiyor. ben, annemle gozgoze geliyorum. o da endiseli o an, hissediyorum. derken yanimdaki bilge kisilik olan amca, sabit durmami, kipirdamami tembihliyor. iyi, peki diyorum. esek arisi olan ari cinsi gelip, gorevini yapiyor ve beni kasimla gozum arasindan sokuyor.

bu olaydan sonra, o kadar sinirlenmistim ki ne amca kaldi? ne ondeki mecmua ile ariyi olduremeyen embesiller kaldi, herkese agzima geleni soyluyordum, acinin yaninda, evdeki sarisin kizi dusunuyor, olacaklari tahmin ediyordum. o kadar kotu olmustum ki otobusu durdurlar, ilk yardim yapildi, sag gozum kapanmis, yuzumun yarisi sismisti. cok uzgundum, sinirli idim. herkes garip garip bakiyordu. datca'ya vardigimizda saglik ocagina gittik lakin yol boyunca, butun kafalar benim suratima dogru donuyordu. etraf cok guzel kizlarla doluydu fakat ben, guzel ve cirkin dizisindeki vincent gibi olmustum. bir sekilde datca'daki misafir evine geldik. tek gozumle kiza baktim, guzel. kusura bakma, tipim bu degil aslinda ama yolda ari soktu dedim. gulumsedi, kotu sokmus dedi, evet dedim. bana nesquickli sut getirdi, bir not; ilk defa nesquickli sutu o zman icmistim ve hala da icerim. yaklasik dort gun boyunca sis kaldi yuzum, yasim mi? 12 idi. sansiz bir baslangicti ama sonradan evin sahibesi kadinin beni oglen uykusuna yatirma cabalalari disinda fena gecmeyen bir tatil idi.

bu sene, bodrum'da yurt disindan gelen misafirlerimle guneslenirken, su almak hem de biraz yurumek icin markete gideyim dedim. t-shirtu giydim, icine saklanmis ari, tanidik bir aci, tinmadim bile. lakin o, kiralik katillerden biri degildi biliyordum. zaten hesap, yillar once kapanmisti..

iyi sabahlar.

12.03.10

serhan.

askin kimyasi

polimirezasyon; molekullerin belirli kosullarda birbiri ile bag yapmasidir. polimirezasyon sonrasinda birbirine baglanan molekullere 'polimer' denir. gercek hayatta; polimirezasyonu asik olmak, polimeri ise asik veya sevgili olarak adlandirabiliriz. aradaki kimyasal baglarini ise sevgi baglari olarak tanimlariz. tekrar kimyaya donersek, molekuller arasindaki bag, bazen cok kuvvetli, bazen zayif olur. baglarin kopma durumu, dis faktorlerin etkisi ile mukavemet noktasinin asildigi zamanlarda ve/veyahut ortamdaki kosullarda degisim olmasi halinde ortaya cikar. mukavemet; molekul baglarina uygulanan guce direncdir. ortamdaki kosullarin etkisini ornek ile aciklarsak; bazi molekuler yetmis, seksen derecede baglarini korur iken bazilari ise yavas yavas cozulmeye baslar.

kimyayi tekrar gercek hayata yansitirsak manzara su sekilde olur; kulturel farklilik, ailelerin uyusmazligi, maddi sikinti, saygida yoksunluk, cok sevilmenin verdigi haz ile olusan simariklik vs. sevgi baglarina zarar veren, baglardaki mukavemeti zorlayan faktorlerdir. bu gibi durumlarda baglarin kopmasi veya esnemesi olagandir. tabi, baglar yeterince kuvvetli ise kolay kolay kopma olmayacaktir. yalniz, cok onemli bir nokta vardir ki genelde atlanir. her bagin birbirinden farkli olsa dahi bir esneme, kopma noktasi vardir. bu sebebten mutevellit 'nasilsa beni cok seviyor, affeder' dusuncesi hatali bir yaklasimdir. bu noktaya gelmek, tahribata sebeb olur, iliskide yipranma surecini baslatir.

baglarinda esneme olan molekul, guc uygulanmadiginda dahi tekrar eski baslangic konumuna geri gelemez. gercek hayatta ise 'hicbir sey eskisi gibi degil artik!' iliskileri zorlamalardan nasibini almis olanlardir. aglarinda esneme olan molekuller, temel polimer olarak kullanilmaz, destek icin kullanilir. gercek hayatta, heyecani kalmamis iliskiler genelde belirli bir zamani geride birakanlardir. ornek olarak, temel sevgili; cocuklardir artik, destek ise; heyecani kalmayan iliskinin devam kararidir. bu karar, genelde ayrilmayalim da cocuk(lar) uzulmesin seklinde aciklanir. son olarak; her sey cok guzel giderken, 'caat' diye kopan baglar vardir ki en fenasidir. gercek hayatta karsiligi malesef ki olumdur!

iyi geceler.

05.03.10

serhan.

kisilik

ben, hatalarimdan ders almayan, enteresan bir kisiligim. yillar onceki iliskimdeki yanlislari, simdiki iliskimde de tekrarliyorum. eskiden beri sorunum olan, parayi, eldekini tutamama aliskanligim devam ediyor. sonuclari yas itibari ile daha agir oluyor, dereyi gormeden, pacalari siyiriyorum. olmayan, henuz adi konmayan bir olayi, isi herkese anlatiyorum. olmayinca da icimden aslinda olmayacagini biliyordum da yine cenemi tutamadim diyorum. demin de dedigim gibi, materyalist bir insan olmadigim gibi oyle salak hamleler yapiyorum ki hayatta, materyalist insanlarin ocagina dusuyorum resmen. beklenen davranislari da bu vatandaslardan gorunce de sorguluyorum kendimi, kiziyorum kendime. halbuki basindan beri biliyorum, bu sekilde davranmaya devam edersem sonunun boyle olacagini. sorun da bu ya biliyorum, uygulamaya gecemiyorum. sorsam; cevap vermeyecegini biliyorum, bahane uyduracagini da biliyorum. kucuk kucuk hesaplar yapacagini da biliyorum. malesef ki yine soruyorum.

gecen iki seneyi saymazsak, otuziki senelik ahir omrumde aldigim kararlarin ya arkasinda durmadim veya kendi hatalarimin yarattigi ortam bu imkani bana tanimadi. su hayatta istedigim; kimseye muhtac olmamak, kimseden hayir beklemeden, kendimin ve sorumlu oldugum kisilerin yasamlarini ferah tutmaktir. istedigim yalnizca budur. cok buyuk basarilar, harika bir hayat, muthis bir ev vs. tipki diger hayellerim gibi yanlis kararlarima kurban gitmis veya gerceklesme olasilikliklari iyice zorlasmistir. oniki senelik panik atak maceralarim bile aynidir. eger cok icersem, ertesi gun panik atak olmam nerdeyse kacinilmazdir, izdirabin tarifi bilmeyenler icin cok zordur, lakin ben yine de cok icerim. bir ay cok icmem ya da hic icmem ama sonunda illaki dozunu kaciririm. amaan, ayda bir ne olacak derim? fakat, cogu olagan sey gibi, bu olagan hareketin karsiligi bende olagan olmaz. digerleri ertesi gun sadece bas agrisi ile kalkarken, ben ise bas agrisinin yaninda kendimle psikolojik savas veririm. su ana kadar basarili olarak surdurdugum tek aktivite, spor yapmaktir. haftada 2-3 kez spor salonunu ziyaret ederim, bu aliskanlik yaklasik on yil kadar devam etmektedir. bu gecelik bu kadar. son cumlemde itiraf ediyorum ki; ben, sanirim cogu kimseyi eskisi kadar sevmiyorum ya da sevemiyorum.

02.03.10

serhan.

dogum gunu

facebook denen sanal arkadaslik sitemde yaklasik 520 arkadasim var ki hepsini taniyorum. demek istedigim; helin avsar, demet akalin vs yok listemde, temiz 520 :) tabi her gun birinin dogum gunu oluyor, ben de samimiyet dereceme gore kutluyorum veyahut kutlamiyorum. bazi gunler; iki - uc kisinin dogum gunu oluyor, birini kutlayip, oburunu kutlamiyorum, yapiyorum bunu. eskiden cok yakin olup da simdilerde pek uzak olan arkadaslariminkini de o gunku ruh sagligima gore bazen es geciyorum. bugun ruh sagligim biraz hallice ayrica bugun, belki de en eski arkadaslarimdan birinin dogum gunu, kendisini pek severdim fakat daha sonra yasananlar ve yasanmayanlar beni, onun dogum gununu kutlamama kararina dogru itti, kuslugumuz yok lakin 4 - 5 senedir yuzunu gormedim. daha gun bitmedi ama henuz kutlamadim, bu gidisle de kutlamam. onemli mi onun icin? bilemem, bu yaziyi yazma sebebim de bu zaten. hele ki gecmiste ben gorusmek icin cabaladiysam, bu saatten sonra o zatin dogum gununu kutlamak da, alinacak 'tesekkurler' cevabi da pek bir 'sahte' geliyor bana.

yillarca dogum gunu icin aradigim fakat bir kere bile aranmadiklarimi da ne kadar yakin olursa olsun direkt eliyorum. eleme isini dogum gunlerine bagimsiz olarak msn'de de yapiyorum, hatta bazilarini siliyorum, sayfanin sonuna atiyorum. sonra dusunuyorum da gercek hayyatta da o kisileri zaten silmis veya gereksizler listesine koymus oluyorum, onlar benim icin sadece 'tanidik' oluyorlar, rutbe dusuruyorum anlayacaginiz. sanal ortam deyip gecmemek gerekiyor; kimilerinin gorgusuzluklerine, kimilerinin tahsilleri ne olursa olsun, cehaletlerine sasiyorsunuz. bazilarini ise hobilerinden, hayata bakis acilarindan normalde pek samimi olmasaniz da kendinize yakin gormeye basliyorsunuz, bu sayede, yeni yeni arkadasliklar kurup, gelenlerin dogum gunlerini, gidenlerin yerine kutluyorsunuz!

iyi aksamlar.

serhan.

hasan kece


muzikten nefret etmeye baslamamin nedeni, fulut dersine giren ruhsal durumu pek de saglikli olmayan Hasan Kece isimli hocaydi. O dersten o kadar nefret ediyordum ki yerine matematik verseler basimla beraberdi. Hem ayrica, hangi mantalite 12 yasindaki cocuga zorla fulut caldirirdi ki? Igrenc bir dersti, Hasan Kece’yi uzay caginin okulunda olup, bilmeyen, tanimayan yoktur. Sinifa yesil takim elbisesi ile girip, salak sacma fulut dersine hazirlik bagiminda hareketler yaptiriyordu en once. Gokten elma koparmak, kurek cekmek, na-ne-ni-no demek, gul koklayip, tislamak gibi. Sonra da kitap ve defterinizdeki kap kagidi, etiket, isim, soyad gibi seyleri konrol ediyor eger eksik gordugu bir sey varsa hemen odeve bir sifir veriyordu. Gordugunuz gibi normal akil sagligina sahip insanlarin yapmayacagi hareketledi bunlar. Fulut calma konusunda cok kabiliyetsiz oldugumdan beni devamli ikmale birakmakla tehdit ediyordu, bu ders yuzunden cogu kez takdir almayi kacirmistim. Insanlar karneme aptal aptal bakip, hepsi iyi de bu muzik niye boyle diye soruluyorlardi. Bu ise en cok annem bozluyordu cunku okulun iftihar listesine giremiyordum. Resimden yana ise sansliydim, guzel resim yapiyordum ayrica genelde resim hocalari guzel kadinlar oluyordu. Yanlis hatirlamiyorsam bir tane de belge vermislerdi bana, resim konusunda gosterdigim basari icin. Ama su anda konumuz muzik. Bu arada Hasan Kece ile orta sona kadar macerali bir ogretmen, ogrenci iliskimiz oldu. Aslinda sadece benim degil bir suru insanin oyle oldu.

Tabi biz de az degildik, derse hazirlanma antremaninda, sen niye kurek cekmiyorsun evladim sorusuna; kuregim dustu. niye elma koparmiyorsun sorusuna; elmam kurtlu cikti. na – ne – ni – no yerine na-ne-li-mon vs gibi seyler diyorduk. Sinifca bir sarkiyi caldigimizda ise sacma sapan notalara basip, sarkinin icine ediyorduk. Zaten ben normal calsam da sarkinin icine ediyordum ama olsun bilerek yapinca daha bir zevkli oluyordu. Hatta etiket, kap kagidi kontrolunde bir kere Onur’un kitabini alip; bu kitap benim, cunku sen ispat edemezsin, ustunde ismin cismin yok demisti hoca. Onur da vallahi de billahi de benim, ekmek kuran carpsin benim demisti, biz de sinifca evet vallahi onun, sizin degil, Onur’un o kitap, hic de bile sizin degil, yalan soylemeyin, ayip koskoca hoca Onur’un kitabini sahipleniyor filan deyip adami baya kizdirmistik. Sonra Ali hazirlan komutu esnasinda uc kere fulutu ufleyince, hoca fulutu onun kafasinda kiriyordu az daha. Dikkat, hazirlan, basla seklindeydi komutlar. Dikkat deyince fulut, kalemlikten alinir, hazirlanda oyuk kismi ceneye konur, baslada ise fult calinirdi. Bir nevi atis talimi gibi anlacaginiz. Hoca, Ali’yi marizlediktan sonra ben, ogrenciyi doverim, hakimin karsina sucsuz cikarim demisti. Ben de benim dedem hakim cok kizar boyle seylere deyince olaylar daha da buyumustu. Dedem de zaten Denizli adliye binasi yanarken bazi kurtarilmamasi gereken evraklari kurtardigindan dolayi tayini garip bir yere cikinca, bu ise cok kizip istifa etmisti yillar once. Hakim olayi ise yaramisti, benimle mesafeli oldu sonra, belli ki basina problem ciksin istemiyordu. Zaten asagi kata iki adet demir dolaptan olusan kirtasiyeci acinca, ben de durumu anlamistim. Millet gecerken vururdu o dolaba, ben ise asla dokunmadim. Hatta sonraki zamanlar oylesine kalem, silgi vs aliyordum. pinpon topu evet, pinpon topu aliyordum, en cok..

14.11.09

serhan.

seminer

jeofizikciler, gecen hafta almanya'dan okulumuza seminer vermek icin geldiler. ben, cevre muhendisligi master ogrencisiyim. bolumden dediler ki; 6 gun sabah dokuz, aksam bes katil seminere, sinavi ver, prezentasyonu yap, uc krediyi kap. ben de bu duruma pek tabi eyvallah deyip, yazdim ismimi. cuma gunu sabah 10:15'de francesco girisi yapti. giris yetmis slaytlik bir giristi, saat 14:30 civari uyanik kimse kalmamisken sanirim giris sona erdi. francesco; doktora ogrencisi benden bir yas buyuk, caliskan, tiknaz, dis gorunusune fazla onem vermeyen ki mesela bordo renkli, camasir ipinden sabah alinmis, burusuk otesi kadife pantolonla okula gelebiliyor, evli, anlatim kabiliyeti sinirli bir italyan. iyi cocuk ama bolum baskanin sag kolu oldugundan, sahsen mesafeyi korumakta fayda goruyorum.

pazartesi gunu ders basladi, sabah dokuzda. 25 kisilik sinif asagi yukari orada, ben en arkadaki yerimi almis uzak gozlugumu takmis, kel kafali, sinirli alman jeofizikcinin anlattiklarini dinliyorum. diger vatandas ise daha bir mulayim fakat onun da sesi cikmiyor. karp daha iyi anlatiyor. ben, bir yandan da etrafa bakiyorum, kim var kim yok diye? leton, rus ogrencilerle birlikte aliyoruz dersi, arada ingilizce'de takiliyorlar, fena olmuyor, mola oluyor benim icin. ayrica alman sahis, iki dakikada bir sinifa o ne, bu ne diye sorular soruyor. ben pek karismayayim diyorum ama vatandasin alayci ifadelerine daha fazla dayanamiyorum, ki anlatilan konudan o kadar uzak degilim, sonucta olan oluyor ve sorulara tek tuk cevap veriyorum, adam da beni mimliyor. konu; atik degerlendirme uzerine topragin elverisliligi, katmanlar, arastirma teknikleri vs.

bendeniz, nasil olduysa konudan uzaklasip sinifta bulnan kizlara tek tek bakiyorum, her biri T.C standartlarina gore guzeller fakat bu on iki adet insan evladindan en guzelini yaratmak icin daha bi derin ki sapikca da denilebilir, incelemeye geciyorum. genelde onde kumelenmis oluyorlar, ben ise en arkada konuslanmisim. ilk is olarak yerimi sol tarafta, onden ucuncu siraya tasiyorum, hem bu sayede bizim ispanyollar'in butun hafta surecek chatlesmelerinden dogan klavye seslerinden de uzaklasmis oluyorum.

yeni yerim gayet guzel, manzara harika ayrica cam kenari oldugundan disarida yagan kari ve insanlari da izleyebiliyorum. bunaltici seminerde artik uc isim var; dersi dinlemek, kizlari seyredip, en iyiyi yaratmak ve disarida olan biteni kus bakisi gormek. onumde sonradan estonya asilli oldugunu ogrendigim buraya gore kumral, bize gore sarisin olan kizi incelemeye aliyorum. dandik bir elbise, icinde yesil-beyaz enine cizgili celtic formasini andiran ince bir kazak var. devamli gerindigi icin omuzlarini ve sirtini gorebiliyorum, ellerini ve bileklerini de. dondugunde de yuzunu goruyorum, herhangi bir bolgeyi secmiyorum ve bu kizi eliyorum derken kiz muthis bir soru soruyor, ben de beyninin akademik kismini aliyorum.

ikinci olarak sag tarafimda ayri sirada oturan anna adindaki kiza bakiyorum. secim; laptopinin fisini takmak icin benim siramin onune dogru gelmesi ve egilmesi ile netlesiyor. siyah dar bir kot giydiginden uzun bacaklari, yuvarlak poposu seciliyor. ayrica oturdugunda tekrar bakiyorum, maksimum 37 olan ayaklari da alayim diyorum ki burada 37 giyen kiz bulmak zordur. vee maria ki en onde oturan hareketleri ile aslan burcu oldugunu tahmin ettigim, ukela biri izlenimi veren hatun kisi. guzel saclari, yuzu, gozleri ve gogusleri var. ilk ara esnasinda onumden geciyor ve gulumsuyor. daha sonralari ise durup dururken arkasini donup, 10 sn civari gozlerime bakiyor ve kafasini ceviriyor. kahve makinesinde onumde yer aldiginda cuzdanini aciyor, ben de o sirada erkek arkadasi ile cekilmis resmi goruyorum, tam tahmin ettigim gibi, oyuncu diyorum, kahvesini aldiktan sonra yine bana gulumsuyor disindeki pirlanta da gozume carpiyor, ben de hafifce basimi sallayip selam veriyorum. dislerini aldim diyorum ve masmavi hulya avsar'inkine cok benzeyen gozlerini de.

sac icin onunla birlikte bir aday daha var, adini bilmiyorum ama cok canli, omuz ustu kut kesilmis saclari var kizin, bakimli. budur diyorum. sali gunu arada okul gazetesindan olan adinin vita oldugunu ogrendigim biri gelip benimle tanisiyor, arkadasini da tanistiriyor, julia. vita'nin kirpiklerini ve cok sigara icmesine ragmen julia'nin genis omuzlarini seciyorum o esnada. gogusler icin devamli erkek arkadasiyla opusen kiz, maria, anna yarisiyor. maria, carsamba gunu giydigi elbise ile bir adim one cikiyor ve french yapilmis tirnaklari sayesinde ellerini de gogusleri ile beraber sectirtiyor pek tabi zekasini da aliyorum onun. burun ve yuz yapisi ve cene icin ise oyumu sacini aldigim kizdan yana kullaniyorum. ten, kollar, boyun ve dudaklar ise erkek arkadasi olan kizdan alinmali diyorum. beli ise yine anna'dan aliyorum.

cuma gunu test oluyoruz, herkes geciyor. ben, bir onceki gun cok calismasam da her derse girmis oldugumdan iyi puan yapiyorum, yaptiklarimi ispanyollarla da paylasiyorum, seminer diplomamizi da akabinde aliyoruz. presentasyona ise dokunmuyorum, onu ispanyollar yapiyor ben ise deprem, s ve p dalgalari hakkinda yuzeysel konusuyorum, sismik olcumden ornekler veriyor, uc krediyi cebime koyup, yoluma devam ediyorum. bu arada can sikintisindan, maria'nin cantasinin ponponunu sektirirkenki resmini ciziyorum tabi vermiyorum..

iyi aksamlar.

24.02.10

serhan.

okulum sevgi dolu (2)

Hersey hazirdi artik, ortaokula basliyordum Ozel Ahmet Simsek Lise'sinde. Arkadaslardan ayrilmak zordu, ayriligi sevmeyen bir yapim vardi, zaten ucunu besini uzay caginin okulunda gorecektim. Konuya donuyorum, cok saptik. Ceket, pantolon, ayakkabi vs alinacak bana. Yalniz kucuk bir sorun var, bana uygun ceket yok. Hepsi cok buyuk, armali ceket alinacak, kisaca ceket okuldan alinacak, kural bu. Asagi katta, bildiginiz magaza, hersey dusunulmus, hazir. Var mi boyle bir sey? Aslinda bu olacaklarin bir habercisi, uyanin anne-baba, uyanmadilar. Sonuc olarak, kucuk ceket bulundu Kadikoy’den, anneannem onu daraltti, biz de giydik. Baska bir ceket alindi sirf arma icin, o ordan kesildi ve benim cekete monte edildi. Sonuc olarak bir arma icin ceket aldik. Ticaret kafasi iste, zaten adam orayi once is hani olarak yapmis. Tabi bu arada annem de bos degilmis ki ceketi buyuk almis seneye de giymem icin, seneye degil ama bir sonraki sene giydim ben o ceketi.

Geldik okula, veee evet uzun yillar benimle yasayacak bi sorunla yuzlesmek uzereyim. Buyuk bir kaos var herkes sinifini ariyor, ben muzik sinifi hazilik N’deyim. Peki, muzikle alakam var mi? Yok. Neden burdayim? Cunku diger siniflar dolu. Talep cok, demek ki bir okuz biz degilmisiz iyi, yaklasik uc bin bes yuz okuz var o sene orada. Aileleri de sayarsak mahser gunu, mahser. Ve sinifim bulundu, o da ne? Evet aci ama gercek, siranin en basindayim. Bu siranin adi tahmin edeceginiz gibi BOY sirasi. O zaman anladim gercekten baya kisa boylu oldugumu. Geriye donup bir baktim ki, basamak basamak kafalar, gozler ise beni gormek icin onbes derece ile kirkbes derece arasinda asagi bakiyor. O an cep telefonu icat olmus olsa kesin agbeyimi arar, beni ordan kurtarmasini isterdim. Isin enteresan yani, bulug cagi, gelisme cagi gibi caglar mevcut etrafta ve benim bu caglarla alakam yok. Bisiklet ve futbol cagindayim, baya bir yilda orada kalacagim ki o vakit bundan daha haberim yok. Zaten yazlikta, benden iki yas kucuk olan Osman’in dahi benden uzun olmasi icimde bir kusku uyandirmisti. Ama bu apayri bir his, yaklasik dort bin kisi var okulda calisanlar, hocalar dahil ve bir olcum yapilsa ben sondan uc bin dokuyuzuncu filan cikarim en iyi ihtimal. Korkutucu, degil mi?

Tamam, ondeyim ama ondeki sinifin en uzunu hatta davar gibi bir herif onumde, bunlar nasil prep lan diyorum, olum bu sefer sictik diyorum kendi kendime. Uzunca bir yol adiktan sonra, bes kat tirmandik ve karsimizda prep N sinifi. Herkes oturdu, ben hemen arkalarda bir yer bakindim, oraya oturdum. Ogretmen bekliyor, simdi oturun hepinizi boy sirasina gore oturtacagim dedi, ehh dedim bu boy isi, yas is. Ogretmen, anlatmaya basladi, ben de etrafa bakiyorum kiminle arkadas olabilirim diye, sutunlardan bi bok gorunmuyordu zaten. Neyse iki uc kisiyi sectim, tenefuste konusurum diye. Vee o meshur zil caldi melodisi yillarca ayni kalacak zildi bu. Aslinda daha cok su anki dunyada nokia melodisini andiran ses kumesiydi o calan. Kesin okulumuzun kurucusu olan Ahmet Bey’in esi Yasemin Kumral Hanim’in bir bestesiydi bu. Aklima gelmisken, ilerki yillarda kasetin uzerinde bildiginiz Alf resmi olan uzayli dostum adli nacizane albumu, dersin ortasinda iceri giren ogrenciler tarafindan tanitilirdi, arzu eden de alabilirdi. Bazi hocalar giren kiza (genelde kiz) firca atar, sasarlardi bu ticaret isine.

Evet, hala arkadasim olan Gokhan’i bulmustum tenefuste, bizimkisi aninda dostluktu. O da Fener'liydi ve cok uzun degildi, akilli cocuktu, kaynasmistik. O gun olan en iyi sey buydu kesinlikle. Annem tembihlemisti, seni yemege yazdirdik, ac kalma cocugum diye. Cok yemek yemesem de acikmistim, yemekhaneyi buldum, siraya girdim. Daha once boyle sira Fenerbahce maclarina giderken gomustum, gise kapaliyken hem de. Fark olarak burada tezahurat yok, ugultu vardi sadece. Konumuza donelim, yemekhane zemin katta idi, hatirlamiyorum ama fena yemek cikmazdi ilk basta, millet surahilerin icine ekmek atardi. Temiz su ve surahi bulmak sorundu. Zaten belli zaman sonra yemekten ciktim ben, besinci kattan zemin kata inene kadar, sira vs derken butun tenefus bitiyordu. Yemegin de sonu kaliyordu. Degisik kantinler zamanla acildi, plastik bardakta sunulan, daha cok buhardan dolayi pismis olan ve catali batirinca havada iki tarafi bukulen patates kizartmasi gorunumlu besin, hamburger tabiki de tost cesitleri favorimizdi. Iste uzay caginin okulu buydu ve ben orta okulu burada okudum.

03.12.09

serhan.

okulum sevgi dolu (1)

Yil 1988, o zaman iste ortaya, hazirliga ne haltsa bir yere baslayacagiz. Sinavlara girilmis herkes benden super derece bekliyor. Ben ise sonucu bilmekteyim lakin susuyorum. Okulda dersler iyidi, kolaydi, son sene bizim Mihriban hoca herkes sinavlara hazirlanirken, velilerin saskin bakislari arasinda evlenip, balayina cikmisti. Ayrica biz zenginler grubuyduk, bize kirik not veremezdi, rahmetli. Bana bir kere mi ne iyi vermisti, olay cikmisti. Annem de ben seni Nebahat hoca'nin sinifina verecektim vs diye hayiflanirdi. Neyse, millet o ara ders calisirken, biz de yag satarim bal satarim, uzun esek, isim sehir gibi oyunlarla bos zamanimizi degerlendiriyorduk. Hafta sonlari ise dershaneye yazdirilmistim, Kiziltoprakta bulunan Oktay dersanesine. Igrenc bir yerdi, yanilmiyorsam her iki haftada bir aldigin nota gore sinif yukseltilir, alcaltilirdi. Ben, hic A sinifina cikmayi basaramamistim, ayrica cok sinir tipler vardi. Tek kelime ile nefret ediyordum oradan sonra da biraktim zaten. Hayatim boyunca dersanelerle de aram iyi olmadi.

Ayni yas gurubunda cocuklarin anneleri beklenti icersindeydi, sinavlar aciklandi. Sonuc, yedekteyim. Evet, sorarlarsa bu cevabi verecektim, evden oyle dendi. O hafta aksamlari babam, gelismeleri uzaktan izler vaziyetteydi. Icinden, bana cok guvenmesine ragmen bu da mi okumayacak acaba sorusunu kendisine soruyor, arada da beni suzerek rakisindan yudumlar aliyordu. En sonunda sordu, okuyacak misin? Sen merak etme baba, okumayi seviyorum ben dedim. Rahatladi, sevindi. Bazi insanlarin paralari yetmez cocuklarini, benden daha iyi yapmalarina ragmen kazandiklari okula yazdiramazlar ise veya kimi zeka kupleri kolejlerle ayni zamanda anadolu liselerini kazanmislarsa bir yere girecektik, hesap buydu. Aksi gibi de etraftaki herkes muhtesem yerlere girmisti, sinif allahtan genel olarak kotuydu. Suclu bizim ogretmendi, gunler gectikce, cocuk iyi bile yapmis bu duruma gore! vaziyetine geldim. Ben bile inandim aslinda iyi yaptigima, butun suc hocadaydi, evet sevmistim bunu. Hala bile veriyorum gazi anneme, anne diyorum ben eger Nebahat hocaninin sinifinda olsaydim var yaa gazi alan annem, utanmasa o imtihanlarin a.. koyardin sen, diyecek. Ardindan bilemedik ki biz boyle olacagini diyor. Siniftan, uc bes kisi iyi yerlere kapagi atti, onlar da ozel hoca takviyeli ve oldukca zeki tiplerdi. Ya da tiplermis.

Benim de ozel hocam vardi, amcam. Gelecegim der, gelmezdi, raki masasinda ders anlatir, kalemi kulagina sokar iki yana hizla sallardi. Kalemin tepesinde silgi varsa bu daha cok hosuna giderdi, silgi sarimtrak renge burunurdu. Hijyeni gozonunde bulundurmazsak iyi hocaydi, iyi ogretmisti bana matematigi. Bu arada yedekler, medekler derken Saint Benoit’e girecegim galiba. Aha o da ne? Bir okula goturdu annem beni, uzay caginin okulu muthis. Ogretmenlerin hepsi birinci sinifmis, cogu yabanciymis. Aa yabanci, su gibi lisanin olacak, izt bizzt annem hipnotize oldu. Nasil kandirdilarsa beni ozel ahmet simsek lisesine yazdirdilar. Hem ingilizce imis, servis varmis, yakinmis, bok yakin bu arada. Son gun Saint Benoit’den haber geldi, gelin yazdirin oglunuzu diye, kismet olmadi. Yillarca haa su Kartal’daki mi? Lafini duyacagim okulum sevgi doluydu, neseli ve paragozdu. devami var..

serhan.

komsum

iki kapi var onunde soldakini calarsan, komsuya gidersin. komsum koleksiyoncu, cop kolleksiyoncusu. her gun degisik degisik coplerle eve geliyor. hatta bir gun asagi katta rastladim yardim elimi uzattim, o da yardim elime bastonla vurdu. neyse ben yine uzattim, yuku agir malum, bizim pazar arabalarindan var kadinda, yardim edecegiz, kafaya koyduk. beni, copleri calacak kisi sandi; " amerika amerika" diye bagirmaya basladi, ben rusca amerikali degilim deyince, yuzunde bir gulumseme belirdi, dili disari cikti. sonrasinda, yasli kadinin yukunu ust kata cikardim, anahtarla ara kapiyi actim ki anlasin benim komsum oldugunu diye. o da ne? bir kopek cikti. havliyor, e normal havlayan bir kopek. sevdim biraz, kadin da beni seviyor ayni edayla. ben kopegin basini oksuyorum, kadin da benim basimi oksuyor, bit transferinin ortasindayim o vakit. sonra kaynastik, ben ne zman gorsem copleri yukari tasiyorum, o da beni seviyor. sigara ikram ediyor bana, bizim birinci gibi birsey "spasibo" diyorum, kullanmiyorum, yine basimi oksuyor. aramizda bir bag var onunla artik. uzuluyorum boyle olunca, cok yasamak da iyi degil hani, tadinda birakmak lazim..

17.11.09

serhan.

borc

Yine oldukca igrenc bir gece vakti karsinizdayim sevgili seyirciler, hava her zamanki gibi bok, Ruslar esek misali ki burada esegi azlediyorum, aniriyorlar. Bu cumleden anlasiliyor ki benden bu ulkede dj olmaz. Hani bizim ulkede benden dj olr mu, onu tartisirim. Neyse, bugun saat sabah olarak dokuz civari uyandim, dersim vardi on’da, iptal oldu. Ben de butun gun hayal kurdum, borclarimi nasl oderim diye. Hatta excelde cizelge yapip, dolar kurunu belli oranda sabitleyip, banka faizi ile sene-ay bazinda carpip, toplayip eski nisanlimin karsina aslinda hesabini bilen, gururlu bir birey olarak cikip, borcumu zarf icersinde uzatip, elveda dedigimi de gozumde canlandirdim. Bu nasil olur diye dusundum, ancak loto cikmasi lazim baska oluru yok gibi. icim karardi sabah sabah, ben disari cikiyorum. 

17.10.09

Serhan.

muge kose

Olumun ne oldugunu, ilkokul birinci sinifta Muge Kose adli arkadasimizi kaybettikten sonra agabeyimin aciklamasi ile ogrendim. Cocuguz tabi anlamiyoruz birsey, biliyoruz Muge hasta ama gelecek diye dusunuyoruz. Sonucta hastalik; kabakulak, kizilcik, kizamik, en tehliklesi adindan dolayi bogmaca bizim gozumuzde. Losemi mi, bogmaca mi diye sorsalar, losemeyi seceriz o durumdayiz. Megerse kizcagiz losemi imis, bizim Mihriban ogetmen de hergun gelip, garip garip aciklamalar yapiyordu. Hatta yanlis hatirlamiyorsam, sedyeden dustu.. gibi aptal aptal seyler de soylemisti bize.

Ben, Muge’nin oldugunu ogrendigim zaman pek birsey anlayamamistim o vakit, malumunuz 7-8 yasindaydim. Eve geldim, altin sarisi duvara carpinca takla atan tankimla oynuyordum, cok iyi hatirliyorum cunku bir turlu kiramamistm o tanki. Agbeyim geldi, ogrenmis, napiyorsun Seris dedi bana? Ben de klasik tank ve duvar olayini anlatiyorum, hararetli hararetli, konusmayi cok severdim de. Gel bakalim dedi, kaldirdi beni, kucagina oturttu. Aramizdaki yas farki dokuzdu, olumu anlatti bana. Muge ile musamere oynadigimizi hatirlatti, evet dedim. Bir daha onunla musamere oynayamayacaksin hic.. dedi. Ama dedim o gokyuzunde, sozumu kesti. Birak bu isleri dedi, gokyuzunde de sen gorebilecek misin, konusabilecek misin onunla? Dusundum, aglamaya basladim. Annem geldi, agabeyim; birak anne aglasin..dedi, ogrensin. Cok guzel, cici bir kizdi Muge.

Cenazesinde de cok agladim, duyduklarimi put gibi duran ‘o, melek oldu artik gokyuzunde suzulyor’ sozleriyle avutulmus arkadaslarima da soyledim, hepimiz agladik. Ertesi gunlerde, okulun etrafinda gezerken Muge’yi ozledigimizden olsa gerek onunla olan hatiralarimizi paylasiyorduk. Biri, kim hatirlayamiyorum onu kizdirdigi bir olaydan bahsetmisti, yanimizda olan boynunda silgisi olan Erol da son pismanlik fayda etmez deyimini tekrarliyordu papagan gibi ne alakaysa? Sinir olmustum, hala hatirlarim Muge’yi, hep de anarim, topragi bol olsun.

serhan.

10.10.2009

leslie


hey,

Bugun babamdan mektup geldi, kisa, oz ve guzel. Barbara’yi operimle bitenlerden. Leman ile penguen ve de ilaclarimi yollamis. Cok mutluyum diyemeyecegim de yine de benden kotu bir suru insan var etrafimda dieyerek, kendimi avutuyorum. Size bazi dersleri ortak aldigim Leslie diye bir arkadasimdan bahsetmek istiyorum. Bence, benden kotu durumda cunku o, yoksa bahsetmem. Les, Avustralya’da dogmus. Ilk, orta, liseyi memleketi Sydney' de bitiren Les, ( bu da ne gariptir? milletvekillerinin gecmisinde oyle yazar, sonunda ise ingilzce ve almanca biliyor evli ve iki cocuk babasi, bana ne kardesim adamin cocuklarindan? Durust mu, is yapar mi? Milletin vekili olmayi hak ediyor mu? bu onemli.) universiteyi okuyamamis, is hayatina atilmis. 50 yasinda buraya yazilmis, kabul etmisler. Gecen sene, iyi derece ile telekominikasyon bolumunden mezun oldu, ne bok yemege bilmiyorum ama bu sene de ayni bolumde master yapiyor. Su anda 53 yasinda, evvelsi sene ikinci kalp krizini gecirdi, butun ailesini kalp krizinden kaybetmis. Hali vakti gayet yerinde, buraya yerlesmis ama sagligi pek iyi degil. Acaba sorsalar herseyi birakip benim yerimde olmak ister mi? Gerci Leslie cins herif belki de istemez, kim bilir?

10.11.2009

serhan.

evet evet..

hayatimin 20 senesi okumakla gecti, millet ailesini kurdu, hatta bazilari bozdu, yeniden kurdu ben hala okuyorum, en iyisi 3 sene daha okuyup dr olmak, evet evet.. zira 12 yil kalmis okumadigim geriye, bunun 3 senesini hatirlamiyorum malum bebeklik, 5-6 senesi de plastiklerle ve pederin izinde gecmisti, bilindigi uzere oradan da bir bok olmamisti. hmm, uc sene daha kaliyor, o da mundar olmus demek ki.

okul yillarimin, iki senesi kotuydu, nottingham'da ilk sene hazirligi (foundation) tekrar etmistim, halbuki bir tek kimya'dan kalmistim (2 puanla), butun seneyi okutmustu ibneler. bir de bolumun 2. senesi ama sonra sinavlarimi verdim, makina zordu, ben de haylazdim. sonrasinda yolumuz buraya dustu, ben de anlamadim. sonucta; 20 de 2, yuzde 10 basarisizlik hatta obur taraftan bakarsan yuzde 90 basari, benim hayatim icin cok yuksek bir yuzde. evet evet, ben dr olayim, hem arada cocuklara ataturk'den filan da bahsederim, konusmalarimin arasinda espri de yaparim, saclarimi kestirmeme de gerek kalmaz. ozel okullara ekodizayn, cevre, malzeme derslerine de giderim, allah ne verdiyse geciniriz. bu da onemli bak; panik atak tutarsa da telefon caliyor numarasiyla siniftan cikarim, kimse de anlamaz, hesap da soramaz!evet evet..

peki, o zamana kadar gecici islerle hayatimi nasil idame ettiririm ben? guzel soru sordum bak.

10.01.10 (ne kolay bir tarih)

serhan.

sunnet

"artiikk, sunnet zamanin geldi, serhan bey!" dediklerinde odum bokuma karisiyordu. O gun gelecekti ve geldi. o gun geldiginde, bendeniz on yasinda idim, evt sunnet icin olgun bir yasti bu.

gri sunnet takimi alindi bana, altina da beyaz puskullu ayakkabi. bir sabah kalktik onlari giydik ve Kemal Ozkan adindaki, isinin ehli mutehasisa gittik. sirasiyla; once igne sonra kesim islemi gerceklesti, yayilan tavuk kokusu altinda, melodlisiyle "oldu da bitti masallah" adli essiz beste soylendi ve olay tamamlandi. bir biilgi; bu yayilan koku aslinda yanmis tuy kokusu. eskiden tavuklar, simdiki gibi paketlerde satilmiyordu, tuyleri yolunmustu ama yine de ocakta yakmak gerekiyordu, malum yakinca da o koku aciga cikaryordu, tavuk kokusundan kastim budur. Peki, ben uzun yillar tavuk yedim mi? hayir. yanik tuy kokusu duyunca midem bulanir mi? evet. ne bok yemege agzini, burnunu maskeyle kapatmazlar cocuklarin? bilmem.

neysee, dikis icin odaya alindim, bu esnada dikisi atan adamla, agbeyim arasinda gerginlik oldu, herif isik hiziyla bizim dikisleri atti da apar topar ciktik oradan. nekaat donemini tamamlamadan futbol oynadim, aksilik bu ya; oraya top geldi, bir kac dikis atti. babam senin topuna da sana da diyerek beni hastaneye goturdu (bir keresinde de burnuma leblebi kacirdigimda boyle kizmisti!). Garip ama gercek, aradan bir hafta gecmeden yine ayni olay oldu, bu sefer babam daha fena kizdi. dinine, imanina yandigimin erkek evladi dedi ki burada herhalde sunneti sorguladi kendince. buradan cikan ders neymis? sakatligi tam atlatmadan sahalara donmemek lazimmis!

18.01.10

serhan.

appear offlife

gecenlerde, anneannemi ne kadar ozledigimi hatirladim. aslinda hatirlamadim, olay soyle gelisti. isimsiz ve numarasi belli olmayan yerden araniyordum, actim telefonu. annneannem telefonda, beni ne kadar ozledigini soyledi, umit abi'nin de iyi oldugunu soyledi ki bu aralar sagligi biraz kotu onun, ben ise saskindim. cunku anneannem bundan 6 yil once vefat etmisti, bir anda uyandim, gercek gibi ruya idi resmen. derhal yarim xanax caktim yaninda da su ictim. biraz sakinlestim, Tr'ye dondugumde yanina ugrayacagima soz verdim, elimi yuzumu yikadim ve tekrar uyudum.

bugun, cok guzel bir resmini gordum. guluyor, elinde de raki ve su kadehleri var. ne kadar da mutlu gozukuyor bu resimde? cok da ozledim onu, kelimeler kifayetsiz, konusmak anlamsiz. eskiden her ortam oldugunda anlatirdim onu, hele biraz ictigim zaman, cenem duser, susmak bilmezdim. yillar gectikce ki dinleyenler insan, bayildilar ayni muhabetten. ben ise yavas yavas kestim anlatmayi. iyidi, desarj oluyordum, hadi gidelim ziyaretine, birkac bira da orada icelim diyordum gecenin korunde. oraya gelenler de insandi tabi bundan da baydilar, sikbogaz ediyordum belki de ne bileyim? bu sekilde seneler gecti iste. simdilerde, tek giden ben kaldim, anlatan da, dinleyen de sadece ben.

gecen zamana ayak uyduramiyorum ben, aklim gecende kaliyor, bu seferde anlik olani iskaliyorum. belki de buralara gore dizayn edilmemisim, olabilir. uzuntulerim uzun, beklentilerim fazla, haliyle hayal kirikliklarim da cok oluyor. gun gectikce uzaklasiyorum herkesden, herkes de benden. yalnizligi secsem de kimseyi rahatsiz etmesem mi acaba? dusunmuyor degilim.
"appear offlife" gibi..

19.01.10

serhan.

damdaki ses

saat oldu 4:38, gerizekali odevin sonuna geldim, kismetse yarin biter, aksam ustu veririm. son dersim bu donemki, bitince 3 donemde bitiriyorum masteri lakin ikinci donemdeyim. bolum baskani cok seviyor beni, asagi yukari en yuksek ortalama benim, ondan yoksa aramizda bir sey yok. kadinin mor saclari var, arada da beyazlari biraz garip gelecek ama fena durmuyor, en azindan degisik. dikkat ettim hic bir dersi bos gecmiyor, full cekiyor. universite hocaligi da boyle bir sey, eger dersi iyi anlatmaz, ogrenci ile diyologunu kurmazsan uc, bes derse bos duvarlara konusur, yoklama kagidini da artik.. derse gelmeyen ogrencinin de bir nedeni vardir, gelmeyen sayisi gun gectikce artiyorsa butun suc gelmeyenlerin olmamali.

neyse, o kisim beni ilgilendirmiyor simdi. uzun zamandir bir sey yazmiyordum, yazayim dedim. bu arada hayata bakis acimi duzeltecegim diye, ferrarisiņi satan bilge adli salak kitabi okuyorum. ne kadar boktan bir kitap,yarisina geldim. hala ayni terane, 'bilgeadam' cok genclestim, super motive oluyorum vs diye anlatiyor. 8-10 ayda ogrendiklerini yemin ederim, uc kap caya ve bos mideye bir gecede anlatacak, anlasilan. kayda deger bir seyler var mi? aslinda simdiye kadar yok. hem ben biraz kederlenip, iki tek atmayi seviyorum, bana gore degil o isler. hayata dik aciyla bakma, surdan bak, ordan bak, yok abi boyle iyi oldugum yerden, zahmetsiz. ben yeri gelince icimden, disimdan kuserim de millete, yok onun isi vardir, bunun cisi vardir olmaz, herkes birazcik vefali olacak. klise olacak ama leblebili vefa bozasi olsa da icsem, rahmeti guler teyze'm cok severdi, baklavayi da cok severdi, tatli severdi zaten.

dun sabah 9'da dami temizlemeye geldiler, buz tutmus, buzlar asagi dusmus birileri az kalsin oluyormus. neyse 3 saat dediler, elbette ki is bitmedi. o dam biter mi lan uc kisiyle, uc saatte pehhh? bu sabah tekrar gelecekler, igrenc bir ses ki kurek ve buz surtunmesi, damdaki ses damdaki ses.. bu arada temzilerlerken, tv kablosunu koparmislar, tamirci geldi o da cikti dama. herkes damda, sonra internetci cocuk geldi, o oturdu, interneti bagladi, dama cikmadi. akabinde yonetici geldi, anahtar yaptirmis 1.5 ls aldi, o gitti ansizin ev sahibesi kadin geldi, evi satmak istiyor, musteri geldi, evi dolastilar. emlakci bayan da geldi, umarim yine gelir. neyse sonuc; evi bok goturuyor, bu arada yeni facebook 'u hic sevmedim, sanki biri gelip donlarimin, coraplarimin yerlerini degistirmis, o denli. gs de, bjk de yok kupada bu sefer alalim artik su Tr kupasini.

hadi iyi geceler, ben yatiyorum.

serhan.

11.02.10

armagan

bazi gunler annem, yemek programi seyrederken kendini kaptirip garip garip yorumlarda bulunur. hah, soguk su koydu, kokar o et, oyle olmaz ki, ici cig kalir, pismez! patlicanlari kararttin, agir olur sadece tereyagi ile, aha yandi! gibi.

ben ise firsat bu firsat anneme gazi veririm. anne, var ya sen bu kadindan cok daha iyi yemek yaparsin, baksana yakti etleri salak kari gibi yorumlar yaparim. annem kari lafina bozulsa da o esnada duymazdan gelir, kendisinin daha iyi yemek yaptigini soylemem hosuna gider ve o tarafa odaklanir. bu arada malik, harbiden guzel yemek yapar, bilen bilir. neyse ben devam ederim, anne sen bir program yapsan var yaaa acayip olur dusunsene "malike ile yemekte.." gibi. ardindan gazi alan anneme, kendim de yemek pisirmekten hoslandigimdan dolayi, pisirme teknikleri ile sorular sorup, gizli ozneyi canimin cektigi yemege dogru yavas yavas cekerim.

bir sonraki sahnede annem; kisik ateste, kivama gelmis, sevdigim yemek icin alisveris listesi yapiyor olur. elinde sigarisi ve onunde cayi, son kontroller yapilir. malzemeler alinir, yemek piser. onden illaki bir cesit baslangic gelir; kabak ogreten vs gibi. salatayi ben yaparim veyahut babam yapar, babam yaparsa cok sirke, sogan, sarimsak koyar. ben ise daha modern, hafif yaparim. onceki gunden kalmis zeytinyagli ise daha bir guzellesmis sekilde sofrada yerini alir. ben, pedere bir ufak raki alirim, icki icmesini sevsem de babamla beraber pek icmeyiz, bu durumlarda yemege konsantre olmayi yaninda da buzz gibi amerikan likiti, coca-cola'yi tercih ederim.

biraz sila hasreti cekiyorum sanirim. tecrubeliyimdir bu konuda, lakin toplam 8.5 senem yurt disinda gecmistir. ucuncu, dorduncu aydan sonra baslar bu hasret, gunduzleri kendini mesgul edersen geceleri ugrar, okudugun kitabin sayfalarindan boo diye cikar karsina, azicik uzaklara dalar gidersin, aniden saate bakarsin gec olmustur, evi yarin sabah arar, hal-hatir sorarsin, sila hasreti boyledir iste.. bu arada yazimdan once yaptigim; kremali, karidesli, brokolili, beyaz sarap soslu makarnami ise benim gibi sila hasreti ceken fakat yemek pisiremeyen, mcdonald's yemekten obez olmus herkese armagan ediyorum:)) annemi, babami da opuyorum..

iyi aksamlar.

serhan.

13.02.10